İnsanlık yepyeni bir çağa adım atmanın sancılarını yaşıyor. Hayırlı olsun. Birçok düşünür, yazar, gerek siyasi gerekse ekonomik yönden bu yeni çağı anlamaya, algılamaya, bazıları geleceğin senaryolarını yazmaya başladı. Bizim ve bizim gibi "kendi yağımızla kavrulalım" paradigmasıyla yarım asırdan fazla beyni yıkanmış ülkelerin bu yeni döneme ayak uydurmaları daha zor olacak gibi görünüyor. Çünkü yeni çağın iş hayatının en önemli parametreleri (göstergeleri) verimlilik, yenilikçilik, bütün dünyanın bir tek pazar haline geldiğini idrak etmek, her sahada katılımcı bir yönetim tarzını benimsemek gibi özetlenebilir. Yarım asırdan fazla zaman uyguladığımız, Rahmetli Özal'dan sonra biraz cesaretlenip sorgulamaya yeltendiğimiz "devletçi" politikalar hâlâ ayak bağı olmaya devam ediyor. Verimlilik konusunda en büyük ayak bağımız olan "Kamu İktisadi Teşebbüslerini" tasfiye etmiş değiliz. En kızıl komünist ülkelerde bile böyle bir problem kalmadığı halde, biz henüz özelleştirme işini beceremedik. Son beş altı yıldır bu kuruluşlar (gerek devlette gerekse belediyeler bünyesinde) eskiye oranla daha emin ellere teslim edildiği için biraz nefes aldık. Yoksa "devlet malı deniz, yemeyen ......" mantığıyla devam etse idik, bu son kriz bizi İzlanda'dan beter ederdi. Özel sektörümüzde de bu "devletçi, KİT" anlayışı uzun yıllar etkili oldu. 1994 krizinden sonra iş dünyamız bu konuda önemli adımlar attı. Verimliliğin ve yenilikçiliğin önemini kavradı. 2000'li yılların krizleri "monetarist" (yani paranın hokkabazlık tarzında el değiştirmesi) politikalarla bir yere varılamayacağını kavradık. Bu iki krizden aldığımız derslerin bir başkası da insanı bordroda bir satır olarak değil, entelektüel sermayemizin bir parçası olarak görme becerisini kazandık. Çin fırtınası ya da krizi ise herkes gibi bizi de "global iş hayatı"nın bir hikaye değil gerçek olduğuna ikna etti. Çin dahil yeni pazarlara ihracat imkânlarını araştırdık bulduk. İhracatımız 150 milyar dolarlara varmasaydı, biz bitmiştik. Şimdi bütün bu acı tecrübelere dayanan bilgiler ışığında, daha insancıl daha hakkaniyete dayalı olacağı öngörülen "yeni sosyo-ekonomik dünya düzenini" algılamalıyız.