İsrafla ilgili hemen hepimizin ilk öğrendiği yemek sırasında düşen ekmek kırıntılarının toplanması gereğidir. Çok çeşitli motiflerle ekmek kırıntılarını toplamaya teşvik edildik durduk malum. Minicik gönüllere en tesirli olanı da "onları toplamazsan, ağlar, sen duymazsın ama onlar ağlarlar! deyişidir ana babalarımızın. Halen de Türk toplumu büyük ölçüde bu "ekmek kırıntısı toplama" kampanyasını sürdürür. Sürdürür de, bir yılda çöpe giden ve değeri tek kalemde milyar dolarlarla ifade edilen ekmek israfının önüne geçilememektedir. Yani minik beyinlere verilen "kırıntı toplama" mesajı, beyinler büyüyünce tesirini kaybetmektedir. Üzerinde bizim kadar hassasiyet gösteren toplum var mıdır bilemiyorum, ama çok çeşitli sebeplerle bu ekmek israfı sürer gider. Her gazete için senede bir gün bir sayfayı kurtaran bir haber olur. Oysa bunun dışında şöyle başımızı ellerimizin arasına alıp düşünsek daha neleri israf ettiğimizi görürüz. Görürüz de ümitsizce "bu işle başedilmez" önyargımızı dillendirir, geçer gideriz. İlk okuldan üniversiteye kadar "öğrenme" yerine "eğitmeyi" yani bir bakıma hayvan terbiye etme karşılığı olan bir fiili kullandığımız için, "beyin israfı"mız son haddindedir. Düşünme ve muhakeme etme yerine dikte edileni körü körüne öğrenip aktarma esasına dayalı sistemimiz beyinleri dumura uğratıp israf etmektedir. Tarım arazilerimiz her nesilde mevcut miras hukukumuz çerçevesinde öyle bölünüp parçalanmış ve ufalanmıştır ki, bu arazilerin sınırlarını belirlemek için açılan, ark ve hendeklerin yüzölçümü, belki ekonominin belini büken yatırımlarla gerçekleştirmeye çalıştığımız GAP projesiyle kazanacağımız sulu tarım arazisinin kimbilir kaç katıdır. Mesela benim bildiğim Almanya'da "Ekber evlat hakkı" yani büyük çocuğa tarım işletmesini devam ettirme ve diğerlerinin haklarını ödeme tarzındaki bir uygulamayla bu parçalanma belli ölçüde önlenmektedir. Kaynak israfı Sanayimiz de aşağı yukarı aynı dertle mustariptir. İşletme büyüklükleri o kadar küçüktür ki, kaynakların optimum kullanılmasının esas unsurları olan araştırma geliştirme ve şirket içi eğitim faaliyetlerine fon ayırabilen şirket sayısı parmakla gösterilecek kadar azdır. Bu durum klasik yönetim hatalarından doğan kaynak israfını şiddetlendirmektedir. Ama büyük şirketlerde meydana geldiğinde medyatik muhabbetlere sebep olan iflas ve kapanmaların, belki yirmi otuz mislisi küçük işletmelerde meydana gelmekte ama, göze ve kulağa batmamaktadır. Aslında "Türkiye Çölleşmesin" diye yırtınan TEMA liderleri değerli Hayrettin Karaca ve Nihat Gökyiğit ve benzeri iş dünyamızın duayenleri için ekonominin belini büken "şirket erozyonu" ile uğraşmaları da enteresan bir "hobi" olabilir. Siz de başınızı ellerinizin arasına alıp daha nice israf kalemleri için kalem oynatabilirsiniz. Bu mevzu daha çok su kaldırır deyim yerindeyse. Ama Avrupa Birliği'nin aklımızı başımıza toplayıp, kazasız belasız atlatabilirsek Kopenhag Kriterlerinden sonra, önümüze konulacak olan ekonomik kriterleri, yani Maastrich Kriterleri çok fazla su kaldırmaz. Çünkü orada siyasi "geyik muhabbeti" değil ölçülebilir ve rakamlaştırılmış ekonomik veriler ölçü alınacaktır. Bunun için ise belki de en önemli kriter "verimliliktir". Hiç kimse müsrif ve hımbıl biriyle ortak olmak istemez. Verimlilik ise, tabii, mali ve insanî kaynakların adam gibi kullandığı aklı başında yönetimlerle becerilir.