İnsanoğlunun serüveninde ön yargılar, fikr-i sabitler, bazan da paradigmalar olarak isimlendirilen "zihinsel kalıplar" her zaman etkili olmuştur. Bunların bazılarının müspet (pozitif) bazılarının menfi (negatif ) etkileri olmakla beraber, paradigma denildiğinde genel olarak gelişmeyi menfi etkileyen zihin kalıpları anlaşılmaktadır. Doktora ve doçentlik çalışmalarım kooperasyon (işbirliği) ve kooperatifçilik konusundaydı. Konuyla ilgili bilimsel araştırma yapma imkanı buldum. Ancak kırsal alanda gözlemlerim daha yoğun oldu. İşte bu gözlemlerim arasında Türk kırsal kesiminde karşılaştığım bir paradigma, Türkiye'de kooperatifçiliğin önünde aşılmaz bir duvar olarak göründü bana. "Ortak eşeğin semeri olmaz." Şimdi gel de bu zihinsel kalıbı hücrelerine kadar sindirmiş bir topluma ortaklık teklif et, dahası çok kişinin bir araya geldiği bir kooperasyon modeli olan "Kooperatifi" bu ortamda yaygınlaştırmaya çalış. Olamazdı. Zaten olmadı da. Var olanlar kooperatif bilimini "psedo-kooperatif" yani "yalancıktan kooperatif" olarak tanımlanan devlet güdümlü "sovyet" anlayışının tortuları olan kuruluşlar. Kimse bozuk atmasın, Batıdaki literatürü tarayan bunu görür. İşte bunun gibi bir paradigma da sanayi ve ticaret alanındaki şirketlerin belini bükmekte. Özellikle çoğunluğu küçük ve orta boy aile şirketlerinden oluşan şirketlerde değişme ve gelişmenin önemli engellerinden biri de bu paradigma. "Ev danasından öküz olmaz!" Nasıl bir çiftçi ailesinin eline doğan bir dana, yıllar geçip hâlâ buzağı muamelesi görüyorsa, şirketlerde de gerek aile fertlerinden gerekse diğer çalışanlardan işin başından beri beraber olunan elemanlar, ne kadar çok kendilerini geliştirmiş okumuş, gezmiş görmüş ne kadar tecrübe kazanmış olurlarsa olsunlar şirketlerde gereken pozisyona gelemezler. "Dünkü çocuk bana akıl mı öğretecek?" düşünce tarzı şirketlerin hem başarılarını engelliyor, hem de ömürlerini kısaltıyor. Şirket içinde herkesin fikrini serbestçe söyleyebileceği bir ortam bu paradigma yüzünden oluşturulamadığı için, büyüyen ve gelişen şirketin yönetim ihtiyacı karşılanamamakta, bu yüzden "profesyonel" denilen (öyle olmayanlar hoş görsünler) elbisesi, kravatı, özellikle kalemi ve saati dünya markası olan yöneticileri istihdam etmek zarureti doğmaktadır. Şirketin kendi yetiştirdiği yöneticilere gereken değer ve imkan sunulmuş olsa bu "profesyonel" transferler sinerjik bir etki yapabilir ve yapmaktadır. Ama durum böyle olmadığından, şirket bünyesi için "organ nakli" anlamına gelen bu kişiler kurum kültürüne uyum sağlayamadıklarından yeni anlaşmazlık ve çatışmalara sebep olmakta, şirket bünyesinde daha da büyümüş problemler bırakarak yeni şirketlere gitmektedirler. Başarının en büyük engeli! O zaman her şirket önce kendi yöneticilerini gerektiği kadar profesyonelleştirmelidir. Bu "gerektiği kadar"ın anlamı "Aşırı profesyonelleşme aşırı kibirlilik getirir, kibirlilik ise başarının en büyük engelidir" demektir. Herkes hemfikir ise, şirketin bünyesine uymada zorluk çekmeyecek taze kanları şirkete vermek faydalı olacaktır. Dememiz o ki, çoğu şirket kendi değerlerinin farkına varmakta çok güçlük çekiyor. İşletme körlüğü denilen hastalığın önemli belirtisi olan bu durum için doktora başvurmalıdır. İşte bu yeni mesleğin adı "Şirket Doktorluğu"dur. Özellikle aile şirketlerinin bir aile doktoru olması çok önem taşımaktadır. Sağlıklı ve uzun bir ömür için.