Millî gelirimiz şöyle ceplerimizi hakkıyla ısıtıncaya, monetarist hesaplarla ve de kur değişimlerine bağlı olmadan, reel yani gerçek olarak, "on bin dolar" oluncaya kadar sabredelim. Ama ondan sonra el birliği ile şu eğitim sistemimizi gelirimizi fert başına "elli bin dolar"a getirecek yepyeni ve verimli bir şekle sokmaya gayret edelim. Çünkü "eğitim şart" diyerek alaya aldığımız bu konu işin can damarıdır. Gelirimizin on bin dolara çıkmasını beklemeyi teklif etmem konuyu daha sakin kafayla düşünmemizi sağlamaya yönelik bir tekliftir. Çünkü "zihinsel kalıplar" yani "ön yargıları" veya "tabuları" ya da "paradigmaları" parçalamak zordur ama bunu bizim memlekette yapmak daha da zordur. Çünkü hukukî esneklik payı olmayan bir konudur. Birkaç yıl evvel Şeref Oğuz Beyin, birkaç gün evvel de Fehmi Koru Beyin köşelerinde bahsettikleri bir "Amerikan gerçeği"nden söz ederek ne demek istediğimi anlatmaya çalışacağım. İşte bu gerçek Amerikan halkına "elli bin dolar" geliri sağlayan husustur. ABD'de son yılarda hızlı artan bir eğilim var. Birçok aile devlete şöyle diyor: "Ey devlet! Ben çocuğumu senin ilk ve ortaokullarında, liselerinde okutmak istemiyorum. Çünkü bu okullarda sen gerekli tedbirleri alamıyorsun, çocuklarımız uyuşturucu ve ahlâksızlık belasına bulaşıyorlar. Onun için çocuklarımı üniversite çağına kadar ben kendi imkânlarımla hazırlayacağım, sonra da üniversite imtihanlarına isterse girecek, isterse istediği işi ve mesleği seçecek. Ancak çocuklarımın üniversite çağına gelinceye kadarki eğitim yatırımlarından payını bana ver!.." Ve hayret bir şekilde devlet bunu duyuyor ve (rakamların boyutunu Şeref Oğuz Beyden daha net öğrenebilirsiniz) çok milyar dolarları bu insanlara ödüyor. Görüyorsunuz bu esneklik ve insana ve düşünceye saygı seviyesini şimdi bizim hayal bile etmemiz mümkün değil. Ama iş dünyamız hâlâ "aradığı yetişmiş ve entelektüel sermayesini zenginleştirecek insanların" özlemini duyuyor. İnanmayan elli yıldır sürdürülen "Üniversite-Sanayi İşbirliği" konferanslarına katılsın.