Bizim Anadolulu girişimcinin konfeksiyon sektöründeki macerası 'merdivenaltı'ndan çıkıp küçük bir 'atölye'ye taşındığında altı yedi kişilik bir takım halinde devam ediyor. O ilk günlerin heyecanı hâlâ yüreklerini titretmektedir. Herkesin sefer tasıyla evinden getirdiği yemeklerin hep beraber kaşıklandığı, küçük bir tüpün üzerinde kaynatılan çayın zevkle yudumlandığı, kimin patron kimin işçi olduğunun anlaşılamadığı, herkesin işine canla başla sarıldığı, mesai mevhumu diye bir şeyin olmadığı, kalitenin zorlamadan içten gelerek zirveye taşındığı... O günler zaman içinde gerilere doğru silikleşerek kaybolmaya başlar. Yeni işler, artan heyecanlar, yeni makineler, yeni teknolojiler, fuarlar, dış seyahatler, daha da genişleyen ufuklar, büyüyen gelişen şirket, yüzleri aşan çalışma arkadaşları ve bütün bunların sonunda fasonculuktan yavaş yavaş kendi markasına doğru yol almaya başlamak... Bütün bunlar olup biterken gayet tabiî olarak şirkette birtakım şekillenmeler de olagelmektedir. Patronun ayrı bir odası vardır, eskisi gibi ha deyince kendine ulaşmak mümkün olmamaktadır. Şirkette satınalma, üretim, pazarlama, tasarım ve benzeri işler daha belirginleşmiş, bu işlerin başına dışarıdan yeni takım arkadaşları transfer edilmeye başlanmış, 'yeniler'-'eskiler' ayırımı istenmese de yapılmaya başlanmış, şirketin 'Anadolulu kültürüyle' yeni gelenlerin 'batılı yönetim kültürü' hafiften çatışmaya, uyuşmada zorluk yaşayanların ayrılması, yenilerin gelmesi işlerin eskisi gibi hızlı yapılmasına engel olmaya, patron, iyi niyetinden kaybetmemekle beraber bu gidişat onu tedirgin etmeye, dolayısıyla bazı anlarda sert davranmaya başlamıştır... Şöyle etrafınıza dikkatlice bakarsanız bu hikâyenin birçok benzerini görebilirsiniz. Hikâyenin batılı versiyonunu merak ediyorsanız, mesela İzhak Adides'in kitaplarını okuyabilir, ya da paraya kıyabilirseniz bu konudaki seminerlere katılabilirsiniz. İşte dizimizin finalinde kısmet olursa böyle hızlıca büyüyen ve yönetilmesi güçleşen şirketlerin macerası devam edecek...