Yaklaşık 15 yıldır "basın" denilen camianın içindeyim. Özellikle son iki yıldır da bire bir gazetecilik yapıyorum. Her gün "manşet toplantısı" ya da "Birinci sayfa"nın hazırlandığı toplantılara katılıyorum. Elinizde binlerce haber, görüntü, dedikodu, sansasyon; bunları istediğiniz gibi kullanma imkanınız var. Çeşitli platformlarda aranan, çekinilen kimse olmak, vurduğu yerden ses getirmek gibi insan egosunu okşayan motiflere paçanızı kaptırmanız işten bile değil. Çünkü siz de bir insansınız. Günümüzden üç dört bin yıl öncesinde Türk, Mısır, Hitit, Sümer tabletlerindeki egosu ne ise şimdi de o olan bir insansınız. Ayrıca gazetenizi sattırmak böylece gazete sahibine karşı pozisyonunuzu korumak durumundasınız. Çünkü neticede bir ticari kuruluşsunuz. Kazanmak ve böylece hayatiyetinizi devam ettirmek zorundasınız. Daha bu ve bunun gibi birçok faktörü gözönüne aldığınızda, bütün bunları yok sayarak, ülke menfaatlerini gözönünde tutmak, insan haysiyetiyle oynamamak hatta bütün dünyadaki hemcinslerinize karşı sorumlu davranmak gibi insan onuruna yakışan bir davranış sergilemenin zorluğunu tahmin etmek güç olmasa gerek. Ama bütün bunlara rağmen basın olarak doğruların ortaya çıkması için bir ölçüde "provokatif" davranmanın gereği de ortada! Olayları günü gününe yakından takip etmek zorunda olan bir vatandaş olarak gazetecilerin zorluklarını anlıyorum... Ama bütün bunlara rağmen hiç değilse özellikle milli çıkarlarımız söz konusu olduğunda basın olarak daha sorumlu davranmamız gerektiğini düşünüyorum. Soyadı gibi kendisi de insana ferahlık veren Başbakanımız Sayın Abdullah Gül, pazartesi günü bütün basın yayın organlarının Genel Yayın Müdürlerini Ankara'ya çağırdılar. Bu daveti alınca yukarıdaki düşünceler geldi aklıma ve onları sizlerle paylaştım. Bakalım Ankara'daki o toplantıda neler duyacağız. Ülke çıkarları açısından açıklaması bizce mahzurlu görülmeyenleri de sizlerle paylaşırız. Merak etmeyin...