Değişen şartlara uyum sağlayamayan canlılar için sonuç ölümdür. Rivayet veya teoriler muhtelif olmakla beraber dünyanın önceki çağlarında uzun yıllar yaşayan dinozorların yok olma sebepleri de değişime ayak uyduramamakla izah edilir mâlum. Beyinleri, etraflarında olan bitenleri yeterince ve tam zamanında algılayacak ve koca gövdelerini gerekli hızla hareket ettirecek büyüklük ve kapasitede olmadığı için, dinozorlar kitleler halinde yok olmuşlar denilir. İnsanoğlu da devamlı değişen bir ortamda hayatını sürdüregelmiştir. Özellikleri biraz daha belirgin olan bir çağdan diğerine geçerken, eskiden yaşadığı çağın gereği geliştirdiği alışkanlıkları terketmekte zorlanması, insanın değişime ayak uydurmasında en önemli handikaplarından olmuştur. Bunun en belirgin örneklerini bizim nesil yaşadı. Hepimiz memleketlerimizde esas işi ve yeteneği çiftçilik, bağcılık, hayvancılık olan birçok köy kültürüne sahip insanın, sanayi çağının en önemli olgusu olan sanayi işletmelerine geçişlerini izledik. Halen de izlemekteyiz. Hepsi, hatta holding patronu olanlarının çoğu tarım çağından kalma kültürlerinin alışkanlıklarını sürdüre gelmekteler. "Agam ne diyorsa doğrudur" Karşılaştığımız en çarpıcı örnekler ise, aşiret kültürüne sahip ailelerin kurdukları şirketlerde yaşanıyor. "Agam ne diyorsa doğrudur, biz onun yanında konuşamayız!" anlayışı şirketlerin çoğunu zora sokmaktadır. Aslında Anadolu kültürünün danışma ya da istişarenin önemini anlatan "Danışan dağları aşar, danışmayan düz yolda şaşar" özdeyişine de ters olan bu davranış, hele günümüzde ayak sesleri hızla yaklaşan bilgi çağında ölümcül bir durumdur. Zira son yıllarda bilgi çağının yönetim ihtiyacını karşılamaya yönelik bütün yeni yönetim teknikleri "insan odaklı" "bilginin kaynağı ve aktarıcısı olan insana değer veren" anlayışları temel almaktadır. Mesela son yılların gözde tekniği "Toplam Kalite Yönetimi"nin en temel dayanağı "işi en iyi yapan bilir!" anlayışıdır. Bütün bunları bir de değişimin hızının da çok arttığını hesaba katarak değerlendirirsek; "insana" ve özellikle iş hayatında bilginin hızla eskimesi sebebiyle daha önemli hale gelen "gençlere" eskiden olduğundan çok önem verilmesi gereğini anlarız. "Çocuklarınıza danışın!" Geçenlerde otobüsle Ankara-Yalova arası gece yolculuğu yapmıştım. Yanıma doğu illerinden birinde görevli uzman çavuş genç düştü. Gece boyu derin bir sohbete koyulmuşuz. Çok çeşitli konularda daldan dala atlarken, arkamızdan bir katılım oldu sohbete. Karanlıkta yüzünü göremediğimiz bir yolcu "kusura bakmayın, konuşmalarınıza kulak misafiri oldum. Saatlerdir zevkle dinledim" deyince, kendisinden ikimiz de özür diledik, rahatsızlık verdiğimiz endişesiyle. "Hayır" dedi koltuk komşumuz "Bilakis çok faydalı oldu benim için de. Söze karışmamın sebebi, biraz önce iş hayatında gençlerin önem kazandığı ile ilgiliydi. Bendeniz din görevlisiyim. Bu konuyla doğrudan ilgili olan Hazreti Ali efendimizin bir sözünü sizleri arzetmek için böldüm sohbetinizi. Şöyle buyuruyor: "Yedi yaşına kadar çocuklarınızla oyun oynayın, onbeş yaşına kadar onlarla arkadaş olun, onbeşinden sonra onlara danışın..." Değişime ayak uydurmak için bundan daha güzel bir nasihat bilemediğim için altın olan sükûtu tercih ediyorum müsaadenizle...