İzmir'den İstanbul'a göç edişimiz 1990 yılında oldu. İnsan yeni bir çevreye taşınınca ilk zamanlar belli bir tedirginlik dönemi yaşıyor haliyle. Çünkü bir anda birtakım alışkanlıklar ve alışkın olduğunuz çevre ve mekânlardan ayrılmak zorunda kalıyorsunuz. Mesela İzmir Bayraklı'da tam da Körfezin ucunda, her gün güneşin batışını, geceleri mehtabın şiirler söyletecek kadar harika görünüşünü seyrettiğiniz bir evden, denizle alakası olmayan bir eve taşınınca İstanbul'da denize olan hasretimizi gidermek için arayışlara başladık hanımla. Boğaz'a gidiyor, ama orada bizim İzmir'de alışkın olduğumuz havayı bulamıyorduk. Epey zaman sonra Yeşilköy sahillerini keşfettik. Zaman zaman güneşin batışını, ya da mehtabı seyretmeye gidiyorduk. O zamanlar gözümüze çarpmıştı 'Büyükşehir Belediye Sosyal Tesisleri'. Yeşilköy sahilinde yaptığımız yürüyüşler tesislerin sınırına varınca kesiliyordu. Tesislerin içine girme imkânı yoktu ama, uzaktan bir bina ve etrafında köhneleşmiş, belki de kullanılmayan bir yüzme havuzu fark ediliyordu. İstanbul'a geldiğimizden beri o sahile gidişimiz kesintisiz devam eder. Ve biz o tesislerin Tayyip Erdoğan'ın Belediye Başkanı olmasından sonra değişmeye başladığını fark ettik. Önce tesisler halka açıldı. Dar imkânları olan bir lokanta ve kırık dökük bir çay bahçesi ve bahsettiğim milyonlara mal olup kullanılamaz halde duran havuzdan müteşekkil tesislerin inanılmaz ve bizim neslin "devlet kafasıyla olmaz bu işler" önyargısına göre hiç mümkün olabilemez olan değişimi Tayyip Erdoğan'ın yükseliş grafiğini aksettiren bir şekilde gerçekleşti. İşte o zaman özellikle İstanbul'da nefes alacak bir yer bulamayan hanımların gönlünde yer etmeye başlamıştı Tayyip Erdoğan ismi. Sonra bu hizmet anlayışı Ali Müfit Gürtuna zamanında da devam etti. Ama Tayyip Erdoğan'dan devralınan bu hizmet anlayışını zirveye çıkaran da Kadir Topbaş oldu. Geçenlerde oldukça uzun bir aradan sonra aynı tesislerde bir akşam çayı içmeye gittik ve bu defa gerçekten inanılmaz bir manzarayla karşılaştık. Restoran ve çay bahçeleri gerek estetik ve mimarî açıdan gerek fonksiyonel açıdan harika bir havaya bürünmüştü. Benim aklım karıştı! Biraz dünyayı tanıma imkânı bulmuş biri olarak dünya standartlarının üstünde bir hizmet sunulan bu tesislerdeki fiyatlar ise inanılmaz. Hadi söyleyeyim siz kıyaslayın piyasadaki emsalleriyle. Bir çay, bir dondurma, bir keşkül, iki tane yarım litrelik su için beş YTL (5 milyon) ödedik. Şimdi tabiî benim aklım karışık, senelerce özelleştirme ve liberalleşme yanlısı biri olarak bu sistemin nasıl başarılı olduğunu anlamaya çalışıyorum. Belediye İktisadi Teşekkülü olarak işletilen bu ve benzeri onlarca Belediye Sosyal Tesisleri nasıl böyle nezih ve de gerçekten kaliteli hizmet sunabiliyor? O zaman bugüne kadar "önce sistem sonra insan gelir" paradigmamı sorgulamam gerekiyor: "İnsanı ve ona hizmeti gaye edinen gönül erbabı, sistemlerin daha da etkili olmasını sağlıyor". Bu çizgisini sürdüren bir anlayışın halk tarafından benimsenmesini yadırgayanları yadırgıyorum ben...