Haydi hayırlı yolculuklar!

A -
A +

Kopenhag'daki o heyecanlı geceyi yaşayanlardanım. O günlerde ortaya konulan şartları Türkiye'nin gerçekleştirebileceğine pek ihtimal verememiştim. Ama yine de Allah'tan ümit kesilmez demiş ileriye ümitle bakmaya gayret ede gelmiştim. O günlerde başbakan olmadığı halde Sayın Tayyip Erdoğan'ın gösterdiği cesaret ve gayret bana da herkes gibi ümit vermişti. Ülkenin boş laf ve kavgalarla bir yere varamayacağı bütün kesimlerce anlaşılmış olmalı ki herkes ve her kurum kendine düşen katkıyı yaptı, Türkiye inanılmazı başardı ve AB yolunda belki de en önemli adımı attı; müzakere tarihi verilmesi için Komisyondan müspet karar çıktı. Avrupalı siyasiler de aralık ayında bu istikamette karar vereceklerdir. Yani Kopenhag kriterleri konusunda uygulama dışında bir şart kalmamıştır Şimdi hepimiz Maastrich kriterlerine odaklanmalıyız. Bu ne demek çok iyi anlamalıyız. Kopenhag kriterlerinde devlet (Meclis, hükümet, bürokrasi) doğrudan sorumluydu. Anayasada ve kanunlarda gerekli değişiklikler yapıldı, uygulamada da yine devlet esas sorumlu. Milletin bu konuda esas sorumluluğu AB'ye girme konusunda samimi olduğuna inandığı partileri seçmek , uygulamada milletin rolü ikinci planda. Önümüzdeki uzun yıllar boyunca en çok uğraşacağımız konu olan Maastrich kriterleri konusunda milletin rolü birinci planda. Mesela bu kriterlerden bazıları şunlar: Enflasyon en düşük üç üye ülkenin ortalamasının yüzde üçünden fazla olamaz, borçların gayri safi milli hasılaya oranı yüzde altmışı, cari açığın milli gelire oranı yüzde üçü geçemez. Görüldüğü gibi bu kriterler sadece "devlet yapsın" mantığıyla gerçekleşemez. Bu kriterleri gerçekleştirmek için millet olarak topyekûn bir gayretin içinde olmalıyız. Artık çiftçimiz; maliyet hesabı bizi bozar biz öyle şeylere kafa yoramayız, ne olursa olsun ekeriz, siyasilere baskı yapar taban fiyatı ayarlar destekleme alımlarıyla işimize bakarız, devlet aldığı ürünü ister satsın ister yaksın bizi ilgilendirmez, diyemez. Sanayicimiz; alırım teşviki, siyasi baskıyla bulurum devlet bankalarından ucuz krediyi, çekerim altıma bir Mersedes oğlana da bir Porşe, işçiden bol ne var, elinin beğendiği mühendisi alırsın kafana uymazsa atarsın, kurum kültürüymüş, vizyonmuş, misyonmuş, değişimi yönetmekmiş, katılımcı demokratik yönetimmiş, kaynakların optimum kullanılmasıymış, global rekabetmiş, bunlar Amerikan hayranı züppe profesyonellerin ve çok bilmiş yönetim danışmanlarının laf salataları, elinden sopayı bıraktın mı batarsın, diyemez. Uzun ince bir yol... Üniversitelerimiz; salla başı al maaşı, ülkenin dertlerinden sana ne, sen rejime sahip çık, bilimsel araştırmayı Batılılar nasıl olsa yapıyorlar, internet ne güne duruyor girer indirirsin bir konuyu iki takla attırır bastırırsın aha sana doçentlik ve de profesörlük, sen atanmış rektörle arayı bozma yeter, diyemez. Memur, bugün git yarın gel, esnaf, at kazığı dön köşeyi, işçi, hak etmediğimizi söke söke alırız, diyemez. Anlayacağınız, bunları diyebilmek için şurada yaklaşık iki ayımız kaldı. Müzakereler başlayınca millet olarak şapkayı önümüze koyup yepyeni bir döneme girdiğimizin farkına varamazsak AB üyeliği için on yıl değil bir kırk daha yetmez. Çünkü Maastrich'de yorum değil rakamlar konuşacak. Rahmetli Turgut Özal boşuna dememişti "AB uzun ince bir yolun sonundadır" diye. İşte o uzun ince yol esas şimdi başlıyor. Milletçe hepimize hayırlı yolculuklar.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.