Demos, halk demek eski Yunancada, kratus da idare, yönetim demek malum. O zaman demokrasi'nin mânâsı halkın kendi kendini yönetmesi demek oluyor. Bunu bilmeyene ilkokul diploması bile vermezler bu memlekette. Tamam da, insan bu bilgiyle yola çıkınca bazen tıkanıp kalıyor. İşi taa temelinden ele alalım. Üniversitelerimizde her kademede seçimler yapılır. Biz en üst düzeydeki seçimleri, yani rektörlük seçimlerini ele alalım. Üniversite'de rektörlük seçimleri yapılacağı zaman, bir kaç kişi adaylığını açıklar. Üniversite öğretim görevlileri gizli oyla bunlara oy verirler. Oylar sayılır mesela altı aday vardır. Bu altı adaydan en fazla oyu alan rektör seçilir. Değil mi? Değil. Niye değil, bu altı aday YÖK'e bildirilir. YÖK bunların aldıkları oyların sayısını, yani halkın yönetimini hiçe sayarak, içlerinden üç tanesini Cumhurbaşkanına teklif eder. Cumhurbaşkanı da yine aldıkları oyları yani demokrasiyi hiçe sayarak, bunlardan birini rektör olarak tayin eder. Çok komik ve o kadar da can yakıcı bir biçimde sadece iki oy alan (rakamla da yazayım da yanlış anlaşılmasın: 2) birini cumhurbaşkanı rektör olarak seçmiştir bu memlekette. Ondan sonra da üniversite mensupları üstlerine geçirdikleri akademik kıyafetlerle yürür ve "Demokratik laik bir hukuk devleti" olmamız lâzım geldiğini haykırırlar. O zaman sormazlar mı adama: Senin kendi kuruluşunda, demokrasi yok, sen nasıl demokrasi mitinginde, nutuk atar, slogan haykırırsın? Aslında bütün bunları bilerek ve görerek üniversitedeki rektörlük seçimlerinde oy kullanan herkesi ayıplamak hakkı doğmaz mı bu milletin. Peki siyasi partilerde, ki onlar "Demokratik hayatımızın vazgeçilmez unsurları" diye yutturulur dururlar, onlardaki uygulama farklı mı? Hayır orada da demokrasi yok. Çünkü milletin seçtiği adaylar, parti başkanlarının "tayin ettiği" adamlardır. Güya parti teşkilatları, il, ilçe, yönetimleri vardır, delegeler vardır, kongreler kurultaylar vardır ama "Parti içi demokrasi" yoktur. İyi niyetli bir lider partinin başına geçerse, teşkilatın nabzını tutar, onların eğilimlerini yansıtan adayları tayin ederse, eh biraz avunursunuz, ama bunun böyle olması ülkemizi "demokratik" yapmaya yetmez. Peki her türlü aksağa eksiğe rağmen dürüst seçimlerle meclise gönderdiğiniz, sizi tam anlamıyla temsil etmeyen "vekillerin" aldıkları kararlar uygulanabilir mi? Bu soruyu sormak bile gereksiz. E, o zaman biz ne yapıyoruz sahiden? İşte iş dünyamız da bunu sorgulamaya başladı son yıllarda. TÜSİAD, MÜSİAD, TOBB ve benzeri iş dünyasının önde gelen sivil toplum kuruluşları, iş hayatına en büyük darbeleri vuran siyasî istikrarsızlıktan kaçınmamız için, demokratikleşme konusunda atılan adımları, parti ayrımı yapmadan destekliyorlar. İşte bu Türkiye'nin önünü açacak olan davranış tarzıdır. Ertuğrul Günay da bunu söylüyor her platformda.