Geçen akşam 9. Cumhurbaşkanımız Süleyman Demirel, Abbas Güçlü'nün gençlerle düzenlediği programda misafir idi. Öncelikle sağlığına gösterdiği özen dikkati çekiyordu. Maşallah kilo vermiş, enerji depolamış. Bu haliyle bütçe görüşmelerine başbakan olarak çıksa Meclisin altını üstüne getirecek kadar canlıydı. Ama gençlerin her türlü sorusuna tam bir "baba" tam bir "lider" olarak sabırla ve liyakatle cevap verdi. Antrparantez, o akşam her tandansta gençler programda söz alan gazetecilerden daha aklı başında ve oturaklı sorular sordular. Keşke demek pek âdetim değildir, ama "Keşke" dedim "Usulden olsa da Demirel ve benzeri görmüş geçirmiş politikacı, devlet adamı ve bürokratlardan kurulu bir 'aksakallar heyeti' olsa ve bunlara danışılabilse!" Mesela gençlerden birinin "Neden Karabağ'a müdahale edip Azerbaycan'a yardımcı olmadınız?" sorusuna üstü kapalı olarak "Fert başına milli gelirin seviyesi kadar, ayrıca barış yoluyla meselelere müdahil olunabilir" cevabı enfesti. Aynı saatlerde Başbakanımız Tayyip Erdoğan, Ali Kırca'nın Siyaset Meydanı'nda Türkiye'nin her yöresini temsil eden ilk ve ortaokul çağından çocuklarla baş başaydı. Tayyip Bey'in havası ise tam bir "Ağabey"di. Güleçti, şefkat doluydu, ama aynı zamanda ülke meselelerine iyice "vukuf eylediğini" ortaya koyan bir rahatlık sergiliyordu. Yine "Keşke" dedim: "Siyasetçilerimiz, gençler ve çocuklarla beraber oldukları zaman sergiledikleri bu güzel üslubu hep muhafaza etseler." Bunun ham bir hayal olduğunu düşündüm. Çünkü Türkiye'de siyaset "kavgalı olma" motifi üzerine kurulmuştu. Fethi Okyar Bey'le başlayan ilk demokrasi denemesinden itibaren "kavga" motifi siyasetin içine "sinişmişti." Sonra Türkiye'nin ekonomik dönemler itibariyle gidişatını ana hatlarıyla gözümün önünden geçirdim, siyasette "kavga dozunun arttığı" dönemlerde ekonomik durgunluk hatta krizin söz konusu olduğunu, "kavga dozunun azaldığı" dönemlerde ekonominin büyüdüğünü, hatta tam istikrarlı ve barış içinde olunduğu zamanlarda şahlandığını tespit ettim. Daha sonra siyaseti siyasi parti liderlerinin kendilerini kürsülerde tatmin etme aracı olmaktan kurtarıp, onları daha barışçı hale getirmek için ne yapılmalı diye derinlere dalıp gittiğimde "siyasi partilerin acilen demokratikleştirilmeleri, milletvekillerinin parti başkanlarının hegemonyasından kurtarılmaları için seçim sisteminin değiştirilmesi, daha derinlere dalınca her şeyin hesabının açıkça sorulacağı bir sistem olduğuna inandığım "Başkanlık Sistemi"nin gerekliliği geldi kalemin ucuna. Çünkü "Sistemi değiştirip yenilemedikçe, siyaset 'hizmet'ten ziyade 'çene yarışı' şeklinde devam edecektir" hükmüne vardım. Peki niye mi siyasete soyundum? Siyasi istikrar olmayınca "İş Dünyası"nın tadı kaçıyor da ondan. ..... Yeni yılda, "Değişimi algılama ve yönetme başarısı" diliyorum; herkese, her şirkete ve her kuruma...