İnsan odaklı olmak...

A -
A +

İş hayatında kaç kere içinizden geldi yöneticinize, müşterinize, iş arkadaşlarınıza "hey" diye bağırmak... "Hey bana baksana sen! Farkında mısın, ben bir insanım! Ve bu istediğin sonuçları senin için üretecek olan benim. Benim de bir insan olduğumu fark etmeden daha ne kadar dayanabileceğimi sanıyorsun!" İnsan olmak! Gerçekten de ciddi bir problem. En azından yöneticiler ve yönetim teorisyenleri için. Çünkü bu teorisyenler ve yöneticiler, uzunca bir zamandır biz insanların, kurdukları o mükemmel ve hatasız sistemlerin işleyişine çomak sokmamamız için uğraşıp duruyorlar. O harika "ceterus paribus" sistemlerin yumuşak karnıyız biz. Çünkü biz insanlar, sistemdeki bütün değişkenlerin aksine, sonuçta nasıl davranacağı belli olmayan varlıklarız. Çünkü biz insanlar, onların tasarladıkları mükemmel neden-sonuç ilişkisi içinde çalışan sistemlere uyamıyoruz. Hatta biz insanlar o kadar uyumsuzuz ki, bize yakıştırılan "uyamıyorsunuz" suçlamasına bile, "ne münasebet... uyup ne yapacağım senin sistemine, ben uymamayı seçiyorum", ve "değişken" tanımına da "sensin değişken!" diye cevap veriyoruz. İşte problem de bu zaten. Seçim hakkı. İnsanı insan yapan en önemli parçalardan biri, özgür irade. Hiçbir şey, insanın kendisi, yaklaşımı ve davranışları ile ilgili kendi kararını verebilme ve bu kararları anlık olarak değiştirebilme hak ve şansını elinden alamıyor. İnsan önüne bir şekilde davranması için bütün nedenler ve şartlar serili olsa bile, sadece istemediği veya o gün canı sıkkın olduğu veya ters tarafından kalktığı veya bunu kendisine sunan insan ortaokulda onu sınıfta bırakan öğretmene benzediği için bütün bu neden ve şartlara arkasını dönebiliyor. Ve bu konuda ne liderlerin, ne yöneticilerin, ne teorisyenlerin, ne guruların, ne sevdiklerinin, ne kanunun, ne toplumun, hiç kimsenin yapabileceği hiçbir şey yok. Bir şeyi yapmayı kafaya koymuş ve bedeline razı bir insandan daha durdurulamaz ne olabilir? "İnsanlarla uğraşmak yerine!.." Peki, bu yönetici için ne demek? Şu demek aslında: İstediğiniz kadar ödül ve ceza sistemleri koyun, istediğiniz kadar çalışanlarınıza sizin istediğiniz şekilde davranmazsa başına neler geleceğinden bahsedin, istediğiniz kadar maaşının ne kadar artabileceğinden ve istenilenleri verirse ulaşacağı diğer faydalardan bahsedin, eğer canı istemezse, eğer gerçekten inanmazsa, eğer kendi duygusal ihtiyaç ve değerlerine uygun bulmazsa, bütün bunlar ancak bir yere kadar işe yarayacaktır. Fark edin ki duygularıyla, düşünceleri ile, geçmiş ile, hayalleri ile, kimlik problemleri ile, güçlü ve zayıf yanları ile ve beklentileri ile çok kompleks bir sistemle ilişkiye girmek üzeresiniz. Ve maalesef, kendinizi istediğiniz kadar güçlü sanın, istediğiniz kadar insanları kontrol ettiğinizi, onlara liderlik ettiğinizi sanın, bütün gücünüz, emrinizde olan insanların bu gücü size bir şekilde vermeyi seçmiş olduklarından geliyor. Yönetici olan bir danışanım, bu bahsettiğimiz gerçeğin kendisini ne kadar bunalttığını anlatmak için "cam silmek en nefret ettiğim ev işidir, ama insanlarla uğraşmak yerine günlerce cam silmeye razıyım" demişti. Peki, bu kadar umutsuz mu durum? Hepimiz insanları bırakıp elimize cam bezlerini mi alalım yani? Bence değil. Sadece her şeyin bizim istediğimiz gibi ve bizim istediğimiz şekilde olması iddia ve isteğimizden vazgeçmemiz gerekecek. Tam tersine, karşımızdakinin de bir insan olduğunun bilinciyle yaklaşmamız gerekecek, onun en önemli insanlık hakkını nasıl bertaraf edeceğimizi düşünmek yerine. Fark edelim ki karşımızdaki bir insan. Acaba bu insanın, bu kompleks, hatta kaotik sistemin tercihlerini bizim ve onun lehine sonuçlar oluşturacak bir şekilde kullanması, bunu yapmak için kendi içinde enerji açığa çıkarabilmesi için ben ona nasıl yardımcı olabilirim? Ben bu insanı nasıl motive edebilirim? Ben bu insana sonuç üretebilmesi için nasıl hizmet edebilirim?.." Batı, "insan"ı çoktan fark etti! Bunlar, Frederick Herzberg'in Harvard Business Review'da 1968'de yayımlanan "One More Time: How Do You Motivate Employees?" adlı klasik makalesinde sorduğu sorular aslında. Bendeniz de internette dolaşırken buldum. Buradan bu önemli bilgi kaynağına ulaşmamızı sağlayan Sayın Dost Can Deniz'e teşekkür ederim. Geçen yüzyılın başından beri "insan"ı fark eden Batı dünyası başarıdan başarıya tesadüfen koşmuyor. Baksanıza bizde de herkes son zamanlarda "İnsan Odaklı" olmaktan bahsediyor. Bir de gerçekten insan odaklı olabildiğimizi düşünsenize...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.