Benim siyasetle ilk şuurlu temasım rahmetli Adnan Menderes ile olmuştur. Demokrat Parti'nin ikinci döneminde 13-14 yaşlarında, ortaokul talebesi olarak, ne konuşulduğunu anlayabilecek çağda duyduklarımın özeti; Millet uzunca süren ve son dönemleri İsmet İnönü yönetiminin çok daha şiddetlendirdiği tek parti yönetiminden demokrasiye geçildiği ve bu geçişte Adnan Menderes'in büyük gayretleri olduğudur. Sonunda yine İsmet İnönü'nün tekrar iktidara getirilmek istendiği bir darbe yaşanmış. Ancak demokrasinin tadını alan millet işin peşini sessiz ve derinden de olsa bırakmamıştır. Çok güzide bir kültürün beslediği insanımız, 50'li yıllardan sonra hep samimi ve kendinden saydığı lider ve kitle partilerinin etrafında kümelenmiştir. Hatasıyla sevabıyla Süleyman Demirel ve Adalet Partisi, rahmetli Turgut Özal ve Anavatan Partisi, Menderes'ten sonra milletin inandığı ve güvendiği liderler ve partiler olmuştur. Ve işin güzel tarafı milletin çoğunluğunun teveccühünü kazanan liderler ve partiler ülkeye hem huzur ve sükûnet getirmeye hem de ekonomik yönden büyümeyi sağlamaya muvaffak olmuşlardır... Teveccüh AK Parti'ye oldu... Bu trendi takip ettiğimiz zaman Türk milletinin AP ve ANAP'a gösterdiği teveccühün benzerini AK Parti'ye gösterdiğini görüyoruz. Tek bir farkla AK Parti'nin lideri Demirel ve Özal gibi kendiliğinden(!) ortaya çıkıvermiş değil. Sayın Tayyip Erdoğan'ın farkı ve belki dezavantajı, milletin tam teveccühünü kazanamamış bir başka partinin ya da zihniyetin içinden kopup gelmesi yani Sayın Necmeddin Erbakan Hoca'nın(!) talebesi olması. Durum böyle olunca herkesin aklına çok da müspet olmayan olaylar ve görüntüler geliyor!.. Çok aşırı derecede dinî referans alan cümleler yanında o partiden olmayanları bir bakıma dindar saymayan (diyerek yumuşatalım) söylemler... Cami çıkışlarında kendini alkışlatmalar... Defalarca Suudların resmi davetlisi olarak yapılan Mekke, Medine ziyaretlerinde poz vermeler... Sanki milletin çoğunluğuna etkileri varmış ve İslamiyeti temsil ediyorlarmış havasındaki kişileri, samimi ikâzları hiçe sayıp, Başbakanlık konutuna iftara çağırmalar... İki lâfın biri "İslam Ortak Pazarı", "İslam Dinarı" gibi gerçekleşmesi mümkün olmayan hayalleri dillendirmeler... 28 Mart'ta göreceğiz... Bütün bu saydıklarımızdan sayın Tayyip Erdoğan bugüne kadar hep kaçındı. Sadece ailesi ile ilgili yaşayış tarzını (ki tamamen özel bir alandır, kimsenin müdahaleye hakkı yoktur; müdahale olursa onun adı başka bir şeydir) açıkça ortaya koydu. Bütün bu olan bitenden sonra "Ayinesi iştir kişinin lâfâ bakılmaz. Görünür kişinin rütbe-i aklı eserinde" özdeyişiyle bitirelim isterseniz. Milletin lâfa bakıp bakmadığını 28 Mart'ta nasıl olsa tekrar göreceğiz.