Türkiye; Atatürk'ün emriyle İzmir'de toplanan "Birinci İktisat Kongresi"nde temel strateji olarak "özel sektör ağırlıklı", o gün adı tam konulmamış olmakla birlikte "Liberal bir ekonomi politikası" uygulamasını benimsemiş, 1920'lerin ortalarına kadar sürdürülen bu politika, İsmet İnönü ve ekibinin Birinci Dünya Savaşının galipleri arasında yer alan ve o günlerde pembe hatta kızıl hayallerle süslenen Sovyetler Birliği ile temaslarından sonra aniden yön değiştirmiş. Kolektivist üretim tarzının, ilk zamanlarda aşırı propagandaların etkisiyle halk tarafından da benimsenmiş olması nedeniyle görünüşte parlak sonuçlar vermesi, çevre ülkelerde olduğu gibi Türkiye'de de etkili olmuş. Birinci İktisat Kongresi'nde henüz karara bağlanmış olan özel sektör ağırlıklı kalkınma modeli çeşitli siyasi endişelerle kaldırılıp atılamadığından "Karma Ekonomi Modeli" denilen ve sonuçta Türkiye'yi global ekonomi yarışında nal toplatan bir ekonomi politikası anlayışı ta rahmetli Özal'a kadar bütün dehşetiyle sürmüş. Turgut Özal'ın temellerini Süleyman Demirel ile beraber attıkları 24 Ocak Kararları ile Türkiye bu ucube politikadan biraz paçayı kurtarabilmiş. Özal'dan sonra tekrar nüksetmeye başlayan bu hastalıklı gidiş ülkeyi tam bir çöküşe götürürken, Kemal Derviş odaklı ve ABD destekli köklü tedbirlerle hastalığa ilk neşter atılmış. Son yıllarda Türk halkının muhteşem sağduyusu ile iktidara taşdığı Recep Tayyip Erdoğan ve arkadaşlarının Türkiye'yi gerçek anlamda liberal bir ekonomi politikasıyla samimi şekilde yönetmeye başlamaları ile, ülkemiz yeniden rahmetli Menderes ve Özal dönemlerindeki kalkınma trendini yakalamıştır. Son günlerde en çok konuşulan mezvu; makro ekonomik göstergelerde yakalanan bizim neslin hayal bile edemeyeceği sonuçların, halka yansımadığı meselesidir. Herkes bunu kullanmaya çalışmaktadır. Süleyman Demirel yine o eski "Beş kilo buğdaya bir kilo mazot alırken, şimdi sekiz buçuk kilo buğdaya alıyor benim köylüm, çiftçim" edebiyatını yapmaya başlamıştır. Özel sekörün sivil toplum kuruluşlarından da bu mealde serzenişler vardır. Bütün bunlar doğru olabilir. Ancak diğer ülkelerin fizyolojik olarak döktüğü kanlarla kurup geliştirdiği "Demokrasi"yi, bizim şimdi ekonomik olarak dökeceğimiz kanlarla geliştirip yerleştirmemiz imkânı doğmuştur. Ülkem için neler yapabilirim İşte burada İş Dünyamız'a çok ama çok iş düşüyor... Herkes bir kişiye daha nasıl istihdam sağlarım, üretimimi bir kilo daha nasıl artırabilirim, bir dolar daha fazla ihracatı nasıl gerçekleştirebilirim, böylece ülkemin gerçek anlamda "Demokrat bir hukuk sistemi"ne kavuşması için neler yapabilirimin hesabını yapmalıdır. Aksi takdirde neler olacağını çarşı pazarda beş on yıl önce "Buyurun abicim" diye karşılanan şimdilerde ise "Amca bey ne arzu etmiştiniz?" hitabıyla karşılanan bizim nesle sorun. Onlar size bunu çok güzel anlatırlar. Büyük ihtimalle söze şöyle başlarlar; "Bizim zamanımızda cebinde bir dolarla bir paket yabancı sigarayla yakalananın vay halineydi, adamın anasından emdiğini burnundan getirirlerdi, yüz gram kahve için yüz takla atardık, babamlar bizden daha kötü imişler, onlar yıllar boyu ekmeği karne ile almışlar. Aman Allah o günleri bir daha göstermesin! Bir defasında ....." diye devam ederler...