Bilgi çağına bir ölçüde bizler de adım attık sayılır. Her ne kadar kişi başına düşen kitap sayısı bizde 0,6, Bulgaristan'da 6 ise de, ülkemiz insanı bilgiye eskiye nazaran daha fazla önem veriyor. Kitap ve bilgisayar fuarlarında bu ilginin arttığını gösteren izlenimler ediniyoruz. İş dünyamız da son yıllarda bilginin önemini anlamaya, idrak etmeye başladı. Özellikle yönetim ile ilgili kitaplar ve eğitim faaliyetlerinde bir artış gözleniyor. Bilgi çağı insana odaklanmayı ve onun beyninden yararlanmayı gerekli kılıyor. İşte iş dünyasının en zor problemi buradan itibaren ortaya çıkıyor. Önceleri ağırlıkla beden ve kol gücünden yararlanılan insanı verimli çalıştırmak belki biraz daha kolaydı. Çünkü verimli olmayanı değiştirmek mümkündü. Şimdi ise beyin gücünü verimli kullanmak durumunda olduğumuz insana duygusal yönden eskiye nazaran daha çok ihtimamla yaklaşmak zorunluluğu var. Çünkü zihni faaliyetler, psikolojik etkenlerden daha çok etkileniyor. Hatta psikolojik olarak rahat olmayan insanlardan zihni performans beklemek mümkün olamıyor. İşte bu noktada "yönetici" kavramında son yılların en önemli değişimlerinden biri karşımıza çıkıyor: "Liderlik". Ve liderliğin en önemli özelliklerinden biri de "duygusal zeka". Klasik yöneticilerde mantıksal ya da matematik zeka (IQ) önemli bir kriterdi. Çünkü orada "işin yönetimi" söz konusuydu. Günümüz iş liderlerinde duygusal zekanın (EQ) önem kazanması, iş hayatında artık "ilişkilerin yönetimi"nin söz konusu olmasındandır. İlişkileri yönetmede duyguları dikkate almayan yöneticiler başarılı olamıyorlar. Çünkü insanların zihinsel yeteneklerinden tam olarak faydalanabilmek onları ruhen rahat ettirmekle mümkün oluyor. Burada düz mantık ve katı matematik işe yaramıyor. Şimdi iş hayatında başarılı olmuş kişilere, bu gözle şöyle bir bakın. Bu insanların "iş"ten çok "ilişkilere" önem verdiklerini göreceksiniz. Şimdi bizleri duygu yüklü bir iş hayatı bekliyor. Bunu halen yaşadığımız krizli günlerde daha da iyi anladık. Ne dersiniz? İyi haftalar, olumlu duygular dileğiyle.