Gençliğimizde senede bir İzmir'e giderdik. Bu gidişin zamanını da 9 Eylül'e rastlatmaya çalışırdık. Kara tren hem ucuz olduğu ve daha fazla bagaj imkânı olduğu, hem de yol boyunca daha rahat yiyip içme imkanı sunduğu için tercih edilirdi. İşte bu İzmir ziyaretlerinde ana tarafı akrabalar, anneanne ve dayılarla doyumsuz beraberlikler yaşar, İzmir'in tadını çıkarırdım. Tabii bu arada en önemli olay İzmir Enternasyonal Fuarı olurdu. Lunapark, hayvanat bahçesi ve diğer panayır uğultuları içinde yabancı devlet pavyonlarını tabanlarımız şişene kadar dolaşır, her stantdan bir broşür kapmak için itişir, kakışırdık. İşte uzun yıllar bu Fuar'da eziklikler yaşayarak 'Elin oğlu yapmış abicim, biz daha bir toplu iğne yapamıyoruz' paradigması beyinlerine çakılmış bir neslin üyesi olan bendeniz; hâlâ o ezikliği içinden tam olarak atabilmiş değilim. Hatta o fuarın müdürlüğünü yaptığım seksenli yıllarda bile biz teknolojik olarak yok hükmünde bir ülkeydik. Sonra Rahmetli Özal bu ezikliği ruhlarımızdan bir nebze silmeye çalıştı ve gerek bilgisi, vizyonu ve gerekse boyundan büyük karizması ile bunu büyük ölçüde başardı. İnsanoğlunun en büyük handikabı işte bu paradigmaların esiri olma tehlikesidir. Bakınız Türkiye son sekiz yılda dünyanın yıldız ülkesi olma yolunda muazzam atılımları gerçekleştirirken bizim neslin 'kavruk insanları' bu gelişmelere gözüyle gördüğü halde inanamıyor. Bu yüzden de bu başarıları gerçekleştiren insanları 'bidon kafalı', 'göbeğini kaşıyan ayı' ve benzeri tanımlarla aşağı görmeye çalışıyor. Yani o eziklik, o 'Bizden bir şey olmaz abicim', 'Boş ver! Kafanı yorma bu memleket adam olmaz kardeşim!' sendromu ortalıkta dolaşmaya devam ediyor. Bu kafaları bütün dünyanın hayranlıkla izlediği 'rakamlar' bile etkilemiyor. Bu yüzden onları 'Bu memleketin yarısından fazlası aptaldır' söylemleriyle! baş başa bırakıp 'İşimize bakalım!' diyorum.