Heçen gün bir genç arkadaş, "Abi" dedi. "Memlekette, yıllardır ve halen 'KİT' denilen 'Kamu İktisadi Teşekküleri' ve bunun yanında atanmış devlet memuru yöneticiler tarafından yönetilen diğer kamu kuruluşlarındaki yönetim anlayışı ve uygulamaları tenkit ediliyor ve de bunların millete ait kaynakları hor kulllandıkları, dahası 'karadelik' oldukları, önüne gelen kaynağı, insanı, hevesi yutup yok ettikleri söylenip, yazılıyor. Ancak şöyle kafayı kaldırıp baktığınızda son zamanlarda bu kuruluşlarda önemli başarılara imza atıldığını görüyoruz. Mesela bir THY, dünya çapında rekabete göğüs gerebiliyor, Swissair gibi bir hava yolunun batıp gittiği bir ortamda başarıdan başarıya koşuyor. Belediyelerde çok büyük yatırım hamleleri gözleniyor, mesela TOKİ, belediyeler ve diğer ilgili kuruluşlarla mükemmel iş birlikleri gerçekleştirip, yılların yarası olan konut problemine kalıcı çözümler üretiyor, diğer birçok resmi kuruluşta mesela BOTAŞ'ta, İGDAŞ'ta, milletlerarası standartta yatırım ve hizmetlere imza atılıyor, daha sayamadığım birçok devlet kuruluşunda güzel gelişmeler oluyor. Diğer taraftan yine objektif gözlemler yapıldığında özel sektör kesiminde de bazı şirketler başarıdan başarıya koşarken, bazıları batıp, ülkenin kaynaklarını da birlikte gömüyorlar. Bu durumu nasıl açıklayabiliriz? Neden bazı kamu kuruluşları başarılı olabiliyor, bazı özel sektör şirketleri başarısız oluyorlar?" diye sordu. Tabii anlamış olmalısınız, aslında yazarlığın bir avantajı da bu. Kendinize göre bir soru hazırlarsınız, sonra da cevabı döşenirsiniz. Tamam soruyu ben uydurdum. Ama şimdi siz de cevabı uydurun. Ya da cevabın uygun olup olmadığını sorgulayın! Gerçekten kamuda ve özel sektörde bizzat görev almış ve de yıllardır her kesimden birçok yönetici ile tanışma ve onların "hikâye"lerini dinleme imkânı bulmuş biri olarak bu soru hep kafamda dolaşıp durmuştur. Sorunun cevabı çok basit aslında: "Kuruluşun başarısını yönetiminin kalitesi belirler..." Ancak burada yönetimin kalitesinden ne anlaşıldığı işin püf noktasıdır. Akla hemen "modern, demokratik, katılımcı" bir yönetim tarzı geliveriyor. Bu ölçüyle yaklaştığınızda birçok başarılı sayılan şirkette daha ziyade, "emredici, baskıcı, otokratik hatta sert ve acımasız" bir yönetimin hâkim olduğu görülüyor. Ve de tabiî "mektepte öğretilen, piyasaya uymaz" yargısı harekete geçiyor ve böylece geçiştiriliyor bizim yukarıdaki soru "Abi, adam ilkokul mezunu bile değil, trilyonlara hükmediyor" paradigması insanları yönetim biliminden ve yönetim danışmanlığı ve eğitim hizmetlerinden soğutuyor. Başarının sırrı!.. Ama işin esas püf noktası şimdi. Başarıda "yönetmek" değil "liderlik etmek" daha önemlidir. Bu bir. İki, liderlikte içinde bulunulan kültürün, sektörün, konjonktürün gerektirdiği tarzı yakalamak gerekir ki, buna "durumsal liderlik" deniliyor. Üç, değişen şartlara göre liderlik tarzını değiştirebilmek için gerekli esnekliğe sahip olmak gerekiyor. İşte bu üçüncü şartı yerine getiren şirketlerin yöneticileri ister kamu isterse özel sektörde olsunlar "global şirket" olma yolunda ilerleyip başarılı oluyorlar. Bunu beceremeyenler belli bir süre sonra kaybolup gidiyorlar Çünkü değişim rüzgârları son yıllarda daha sert esiyor.