Çok ortaklı bir şirketsiniz. Daha etkin olmak, daha çok kazanmak için yeni ortaklar arıyorsunuz. Bunu ilân ediyorsunuz. Belirlediğiniz şartlar gereği başvuruları değerlendiriyorsunuz. Adaylardan birinin durumu şöyle özetlenebilir. Malvarlığı: İstatistikler güven vermiyor. Şirketin envanteri tam olarak belli değil. Ekonomisi: Çok verimsiz çalışıyorlar. Çok merkeziyetçiler. Yerinden yönetime hiç kafa yormamışlar. Her şey merkezden planlanıyor. Bu ise çok pahalıya mal oluyor. Bu yüzden aşırı derecede dış kaynak kullanıyorlar. Borcu borçla kapatmaya çalışıyorlar. Yönetim tarzı: Yönetim kurulunun teşkilinde ayak oyunları had safhada. Genel kurulu, kanuni zorunluluk olmasa hiç toplamadan işi yürütmeye çalışacaklar. Bütün az gelişmiş toplum ve şirketler gibi, "takım" değil "lider" önemli. Liderlere aşırı önem veriliyor. Gençleri hiç kaale almıyorlar. Bu yüzden de küresel düşünemiyor ve bunun gerektirdiği vizyonu ortaya koyup paylaşamıyorlar. Bu anlayış dolayısıyla yöneticiler her şeyi bildikleri iddiasındalar. Karizmayla vaziyeti kurtarmaya çalışıyorlar. Şirket içinde iletişim çok zayıf. İnsanların birbirlerine tahammülleri yok ki iletişim olabilsin. Herkes makam ve mevkiini korumak adına belli yerlerle haberleşiyor. Bu durum dedikodunun kanser gibi bünyeyi sarmasına yol açmış. Çalışanlar: Her şeye rağmen şirketlerine bağlılar. Ama üst yönetimle çatışmama uğruna, kişiliklerinden aşırı fedakarlık yapıyorlar. Bu durum çalışanların kendilerini geliştirme isteklerini yok etmiş. İş yerinde günü kurtarıyorlar, evde ise (P.T.T.) formulünü uyguluyorlar. Pijamalarını ve Terliklerini giyip Televizyonun karşısına geçip saatlerini televolelere ve pembe dizilere harcıyorlar. Ne okuyorlar, ne bir konferansa ya da sanat olayına zaman ayırabiliyorlar. Bu durum onları gittikçe daha etkisizleştiriyor. Şimdi bütün bu özelliklerini gördüğümüz ve bunları kısa zamanda değiştirme irade ve arzusuna sahip olmayan bir şirketi ortaklığa kabul eder misiniz? E, o zaman biz neyi konuşuyoruz ki...