Merhaba, sevgili okuyucular. Genel Yayın Müdürlüğü görevine başladığım günlerde bütün arkadaşlarım, insan ilişkilerinde yaratılıştan var olan rahatlık ve bunun sağladığı çenebazlığa, bazı konularda arasıra yaptığım ve zeka kırıntıları var zannını uyandıran yorumlara aldanarak günlük yazılar yazmamı ve hatta bu işe hemen başlamamı, geç kalmamamı devamlı söylediler. Bendenizin tezi ise; çok geniş bir entellektüel sermaye gerektiren bu işi hele hergün beceremeyeceğim şeklinde idi. Ayrıca gazete yazarlarının en önemli sermayeleri olan siyasetten de pek anlamadığım bilenen bir gerçek olmakla, böyle bir yazının hakkını veremiyeceğim de rahatlıkla söylenebilirdi. Bütün bunlara rağmen, eh biraz da genel yayın müdürü havasına girebilmek için arada bir ve özellikle hafta sonlarında, gerektiğinde diğer günlerde sizlerle birlikte olmayı denemeye karar verdim. Şimdi işte ilk yazı! Kar yağacak, yağıyor derken, yağdı. Gazeteciler tabii kendi işlerinin gereğini yapacaklar, yaparlar da zaten. Efendim kar yağışı önceden tahmin edildiği halde neden okullar tatil edilmedi? Peki yollara önceden niye tuz atılmadı? Mahvolduk, öldük, bittik. İşe gidemedik vs. vs... Sormazlar mı adama. "Senenin normal zamanlarında yılın yarısını tatil ve izinlerle geçiren bir ülke, iki gün de kar yüzünden çalışamamış ne olur ki?" Sonra kar; bitki, hayvan ve insan sağlığı açısından son derece önemli bir tabiat olayıdır. "Mikroplar kırılır ay oğlum" diyen dede ve nineleri hatırlayanlarımız vardır. Dahası "Kar berekettir" demez miyiz? Hatta kar yağınca, sosyal dayanışmanın en temel gereği olan "Fakir fukara için yüreklerin sızlaması" daha bir mümkün olmaz mı? O zaman gelin bu tabiat olayının tadını doyasıya çıkaran çocuklar gibi yapalım, biz de insanlar ve hayvanlar için yüreğimizin çarpmasının daha doğrusu "insan olmamızın" tadını çıkaralım. Yardım eli uzatacak birilerini arayıp bulmaya çalışalım.