Türkiye gibi az gelişmiş ülkelerin iş hayatı açısından en önemli dezavantajı sanayileşmenin başlarında ortaya çıkan yüksek kâr marjları, tarımda ise popülist yaklaşımlar çerçevesinde akılsızca uygulanan yüksek taban fiyat politikalarıdır. Yüksek kâr marjı ile çalışan şirketler ve yöneticilerin kibre ve gurura kapılarak aldıkları kararların etkilerini ölçmek de gerekli görülmez. Çünkü esas olan şirketlerin genel kârlılığıdır. Bu da yakışıklı bilançolarla patrona takdim edilir. Bunun en canlı ve yakın örneği Uzakdoğu rekabetiyle başı dertte olan tekstil sektörümüzde yaşanıyor. Okumaya, sormaya, öğrenmeye, danışmaya hiç gerek duyulmadan yönetilen organizasyonların; ister aile, ister şirket, isterse devlet olsun; krize yakalanmaması sürpriz olur. Bir de sosyal yapınızda tembellik ve bilgisizlik bir anlamda hoşgörü ile karşılanıyorsa o zaman durum daha da kötüleşiyor. Hani bir kişiyi tarif ederken "iyi adamdır ama biraz tembelcedir" deyiveririz ya. Tembel olan insanda iyilik nasıl olabilir diye sormak aklımıza gelmez. Bunun iş hayatına yansıması ise performans değerlendirilmesine önem verilmemesi, Anadolu deyişiyle "suyu getirenle, testiyi kıranın bir tutulması"dır. Bu anlayış özellikle devlet kuruluşlarını kemiren en önemli hastalık olmuştur. Özel sektörde de çalışan ve değer üretenle, yatan ve kaynak tüketenler arasındaki farka kafa yormaya yeni başladık. İşte krizin ve fırsatın Çince'de aynı sembolle ifade edilmesi burada işimize yarayabilir. Krizler gerçekten şirketlerde yıllar boyu çeşitli nedenlerle ele alınamayan problemlerin en azından görülmesini sağlıyor. Çünkü artık sadece para hareketlerini gösteren bilançolar yanında şirketin yönetim tarzını, iş modellerini, insan kaynaklarının durumunu, müşteri ilişkilerini ortaya koyan tobloları masaya yatırmak fırsatı doğmuş oluyor. Çünkü kriz dönemlerinde bunları düşünebilecek zamana ve daha yoğunlaşmış fikri beceriye kavuşuyor; gururu-kibiri bırakıp danışmaya, bilginin ne kadar önemli olduğunu idrak edip eğitime önem vermeye başlıyoruz. Bütün bunlar sağlam bir şirket kültürü oluşturmanın temelleridir. Temelleri sağlam olan binalara kafa yorduğumuz kadar, krizlere dayanıklı şirket kültürleri oluşturmaya da zihnimizi yormamız gerekiyor. O zaman ancak; karanlık ve soğuk karların altından çıkabilen ve tüm çiçekleri imrendiren kardelen çiçekleri gibi; etrafa değer, huzur ve mutluluk saçan şirketler oluruz. Soğuk karların altında, güneşte eriyen kar sularıyla ümidini besleyen ve sabırla zamanını bekleyen kardelen çiçeklerinin mevsimindeyiz. Onlar gibi sabır, metanet ve yaşama sevinci ile krizden çıkacak örnek şirketleri hep birlikte göreceğiz.