1970'li yıllardan sonra kuvantum fiziği her alanda etkisini hissettirmeye başladı. Malum "quantum" anlayışının en önemli yönlerinden biri katı analitik anlayıştan, bütünü kavramaya dönük anlayışı benimsemek olmuştur. Bunun bilimsel yaklaşımda en belirgin yönlerinden biri "system simülation" sistem yaklaşımıdır. "Newtonist" fizik anlayışının şekillendirdiği ekonomi ve iş hayatında olaylar kendi mekanlarında izole edilerek analiz edilmeye, problemler bu anlayışla çözülmeye çalışılırdı ve mesela tarım işletmelerine kredi verilmesi söz konusu idiyse, mesele o işletmelerin boyutunda ele alınırdı. 1975'lerde Almanya'da beraber doktora çalışması yaptığım arkadaşlarımın birçoğunun tezlerinde gördüğüm sayfalar dolusu sistem grafikleri o zamanlar gözümü biraz aralamıştı. Mesela tarım işletmelerine bir kredi programı uyguladığınızda, verdiğiniz kredilerin (sistemin inputları) ile bu kredilerin ekonomik hayatın çok çeşitli yönlerinde meydana getirdiği etkiler (output) arasındaki çok çeşitli ve karmaşık etkileşimler önce kağıt üzerinde sistem olarak tasarlanıyor, sonra o zamanlar yeni yeni palazlanmaya başlayan bilgisayar imkanlarıyla sistemin bütününü kapsayan hesaplamalar yapılabiliyordu. Bütün bu anlattıklarımdan sonra yazarlığımı zorlaştıran ve de her konuda ahkâm kesme imkanımı elimden alan köşemin ismi "İş Dünyamıza" sözü getireyim. Birkaç örnekle derdimi daha anlatılabilir hale getireyim. Yıllar boyu "verdimse verdim" popülist anlayışıyla ekonomik sistemimize pompalanan tarımdaki destekleme alımlarını düşünün mesela. Çiftçiler yıllarca, on, yirmi, elli yıllarca, hiçbir maliyet analizi yapma, verimlilik ölçme etkili ürün desenine kafa yorma zahmetine katlanmadan günlerini gün, tabancalı düğünlerini düğün etmediler mi? Koca koca traktörlerle yeni yetme oğullarını "şehere sinamoya" göndermediler mi? Yaptıkları daha ağır ve ağza alınmaz işler de var ama, onları geçelim. Ve sonunda bu kafayla üretilen ve adına güya 'kooperatif' ya da 'ofis' denilen acaibül garayib organizasyon müsveddeleri ile satın alınan tütünler yakılmadı mı, üzümler sirke bile yapılamadan denize dükülmedi mi? Yıllar boyu "satın alma garantisi" verilen ve de "istediğim gibi üretirim, nasıl olsa satarım anlayışındaki çiftçilerimizin ürettikleri "Moskova"dan geri dönmedi mi?" Bakın, "Benim çiftçim, benim esnafım, benim memurum..." anlayışıyla sistemin bütününü görmeden uygulanan "iyi niyetli iyileştirmeler" ne olumsuz sonuçlar doğuruyor. Aynı şekilde ekonomimizin kara delikleri olan "sosyal sigorta, emekli sandığı, Bağ-Kur" vesaire gibi sistem bütünlüğü düşünülmeden kurulan organizasyonlardan çekmiyor muyuz yıllardır? Ne mi yapalım? Kafanıza, huyunuza, suyunuza, keyfinize uygun olan ve de iş dünyasını düzenlemeye, yön vermeye çalışan sivil toplum kuruluşlarına, TÜSİAD'a, MÜSİAD'a, üye olun aktif görevler alın, o kuruluşların güçlenmesi için samimi gayret gösterin, dahası böyle kuruluşlara sahip çıkın. Çünkü 5-10 yıl sonra Avrupalı meslektaşlarımız "kaç sivil toplum kuruluşuna üyesiniz?" diye sorduklarında mahcup olabilirsiniz. Dahası sadece kendi şirketinizin, daha da kötüsü yakışıklı "Yönetim Kurulu Başkanı" odanızın sınırlarından dışarıda olan bitene kafa yormazsanız o sistem çok acımasızdır, sizi de yer bitirir. Üstelik o sistem küreselleşiyor ve daha da karmaşık ve kaotik hale geliyor.