İzmir Fuar Müdürü iken gitmiştim ilk defa Hindistan'a 1987 yılında. Hindistan Fuarlar İdaresi Başkanı Yunus Bey'in davetlisi idim. Delhi-Ağra ekseninde resmi arabalı şoförlü bir "Cross-İndıa" yapmıştım. Sonra 1992 yılında TGRT'yi ziyarete gelen Hindistan'ın o zamanki büyükelçisi "Hindistan'a hiç gittiniz mi?" diye sordu. "Beş yıl önce gitmiştim" dedim. "Hatırınızda neler var?" diye sorunca, şöyle cevaplamıştım: "Çok çeşitli ırk, renk ve milliyetten insanlar, çok çeşitli dini inanışlar, çok renkli kıyafetler, buna rağmen tam demokratik bir sistem, sokaktan çöp arabalarıyla toplanan ölüler, fakirlikten çok sıkıntıda olan insanlar, insanlar, insanlar... sonra Ambassador marka -belki 1930'lardan kalma- siyah bir İngiliz modeli araba; ama herkeste aynı araba. Cumhurbaşkanında en yenisi, bakanlarda daha az yenisi, müdürlerde, memurlarda, halkın belli kesiminde ve en sonunda en döküntüleri taksi olarak, her yerde ama her yerde siyah renkli Ambassadorlar vardı..." Büyükelçi "Çok renkli insan yapımıza çok çeşitli dini inanışlarımıza rağmen demokratik rejimimiz gelişerek devam ediyor. Fakirlikle mücadelemiz bütün hızıyla sürüyor, çöp gibi toplanan ölüler çok azaldı. Ama artık siyah renkli Ambassadorlar yok. Onların yenilerini beyaza boyayıp resmi araç olarak nostalji olsun diye kullanıyoruz, caddelerimizde her cins arabayı görebilirsiniz..." demişti. Ben de "Hepsine inanırım ama beş yıl gibi bir sürede o milyonlarca siyah arabayı nasıl yenilediniz buna inanmak güç..." demiştim. Büyükelçi "O zaman bir hafta resmi misafirimiz olun kendi gözlerinizle görün" demiş ve devlet konuğu olarak bir haftalığına tekrar Hindistan'a gitmiştim... Hindistan içindeki seyahatlerimi, uçak teklif etmelerine rağmen tamamen araba aile yaptım. Bir haftada yaklaşık beş bin kilometre katettim. Refakatimde bir "harcamaya yetkili dışişleri görevlisi, bir turizm görevlisi, eskort olarak dört uzun namlulu silahlı polis ve polis şefi olmak üzere Sihlerin memleketi olan Pencap'a ve Sihlerin "Altın Tapınak"ının bulunduğu Amritsar şehrine, muhteşem Tac Mahal'i tekrar görmek için Agra ve develer diyarı Racastan'a ve Hindistan'a İslamiyeti ilk getiren Muiniddin Çeşti hazretlerinin kabrinin bulunduğu Ecmir'e, özet olarak Delhi merkezden üç ayrı istikamete seyahat ettim. Delhi-Agra arasındaki seyahatte dışişleri görevlisi mihmandar bir "Sih" idi. Bir akşam otelde bir şey sormak için odanın kapısını tıklattım ve buyurun dediğini zannederek içeri daldım. Adamcağız saçlarını bağlamak üzere çözmüş durumda, saçlarını benden gizlemek için hemen bir havlu kaptı başını örttü. Bendeniz de şaşkın bir şekilde odayı terk ettim. Sonra kendisi odama geldi. Özür üstüne özür diledi; size karşı nezaketsizlik yaptığımı sanmayın, elimde olmadan refleks olarak öyle davrandım, filan diye, gerçekten üzülmüş bir şekilde konuştu. Birkaç anekdot... O arkadaşla "Sih türbanı" konusunda biraz muhabbet ettik. İşte size o muhabbetten birkaç anekdot: "Sih erkeklerinin dindar olanları (hepsi değil) küçük yaştan itibaren saçlarını Sih türbanı ile sararlar. Bu bir dini inanışın gereğidir. Gerçek bir demokratik laik-hukuk devleti olan Hindistan Devleti bu inanışa saygılıdır. Bir Sih erkeği subay, polis, olursa çalıştığı kurumun rengine uygun bir türban sarar ve üstüne o kurumun kokartını takar. Kamu kurumlarında memur, doktor, hakim ve benzeri işlerde çalışıyor ise o zaman kendi zevkine göre renk seçebilir. Londra'da bile Sih polisler vardır ve onlar da türbanlı olarak görev yaparlar. Motosiklet kullanan Sih gençlerine türbanlarından dolayı takmadıkları için kask takma mecburiyeti yoktur. Sih olup türban takmayanlar, kask takmak zorundadırlar. Sonuç olarak Sih erkekleri dinî inanışları gereği olarak başlarına uzun ince tülbentten bir türban sararlar ve bu sarık onların gündelik hayatlarında hiçbir sıkıntıya sebep olmaz. Hindistan'da herkes kafasına göre takılır, kimse kimsenin taktığına kafasını takmaz. Şu anda 40-50 milyon dolarlık bilgisayar programı ihraç etmelerine, kafalarına sardıkları şeyler mani değildir..." Bilmem anlatabildim mi? O siyah arabalar mı? Gerçekten sanki buhar olup uçmuşlardı. Ha bir de unutmadan, yedi gün, 5000 km yolculukta ne bir trafik kazası ne de bir kavga görmedim. Kibar insanlar Hintliler...