İş ve yönetim dünyasının son yıllarda en çok tartıştığı konuların başında "liderlik" geliyor. Yani klasik "yönetici" kavramı ve davranış modeli iş hayatının değişen ve gelişen şartlarını karşılamaya yetmiyor. Son yıllarda meydana gelen en önemli değişim iş hayatının eskiye oranla aşırı derecede "belirsizlik" ve dolayısıyla "risk" taşımasıdır. Bu durumun en önemli sebepleri ulaşım ve haberleşmede meydana gelen devrim tarzındaki gelişmeler dolayısıyla ortaya çıkan "globalleşme-küreselleşme" dalgalarıdır. Bu dalgalar; yıllar boyu aşırı yüksek gümrük tarifeleri, koruma tedbirleri, ithal ikameci politikalar, yerli sanayii teşvik uygulamaları gibi oldukça yüksek dalgakıranlar arkasına saklanan şirketleri sallamaya, sarsmaya hatta bazen alabora etmeye başlamıştır. İş hayatında geleceğe yönelik projeksiyonlar, arz talep tahminleri, bu veriler üzerine inşa edilen üretim planları gibi teknikler daha az yardımcı olmaktadır. Bunların yanında artık "sezgiler" de önemli yer tutmaktadır. İş hayatına yön verecek "sağlam sezgiler" edinmek ise eskinin "emrederim, yaptırırım, kontrol ederim, ben bu şirketin patronuyum, ben ne dersem o olur" tarzındaki yönetici tipiyle mümkün olamamaktadır. Bu tarz yönetilen şirketler dar kalıplar içinde hayatiyetlerini devam ettirebilseler de, ülkeye ve kendilerine yeterli katkıyı sağlayamamakta, daha kısa sürede piyasadan çekilmektedirler. İşte "Sağlam sezgiler"e sahip olmanın yolu iş dünyasının yeni yönetim modeli "liderlik"le mümkün olmaktadır. Liderliğin en önemli yönü "güvenilir ve güvenir" olmaktadır. Şirkette ya da kuruluşta güvenilen ve güven veren bir yönetim tarzı ise öncelikle işin başındaki insanın "duygusal" açıdan çok sağlam bir altyapıya sahip olmasıyla mümkündür. "Duygusal zeka" diye adlandırılan bu altyapı her şeyden önce sağlam bir ahlâkî temel üzerine inşa edilebilir. Yıllardır yönetim zirvelerinde duyduklarımız ve dinlediklerimiz, verdiğimiz seminer ve konferanslarda ve katkıda bulunduğumuz televizyon programlarında bilgi paylaştığımız "başırılı iş liderleri"nin söyledikleri liderlik konusunda bizi bir noktaya odaklıyor. "İyi bir aile ve şirket yönetimi örneğinin içinden gelen liderler başarılı oluyorlar". Bunlar özellikle son zamanlarda "Protestan ahlâklılık ve Kalvenist düşünce tarzı"na dayandırılmak gibi ahmakça bir ilişki kurularak açıklanmaya çalışılan, ama aslında Türk-İslâm kültürünün yönetim dünyasına hediye ettiği muhteşem ve muazzam "Fütüvvet ve Ahilik" kültürüyle beslenen iş liderlerimizdir. Ancak ülkemizin en zayıf karnı olan "sosyolojik cahillik" dolayısıyla bu muazzam kültür hazinemiz "laik olmak ve de görünmek" adına konuşan ve tartışan birtakım sosyolojik özürlülerin tasallutuna uğrasa da öyle sağlam köklere sahiptir ki, kolayca sökülüp atılamaz. Ne zaman sökülüp atılır ve savrulur? Bu muhteşem kültür köklerinden beslenen "kurucu babalar" şirketlerinin geleceğini emanet edecekleri "ikinci kuşakları" bu kültürden mahrum bırakıp, batının "Harvard kültürüyle" ve "Bohem takınılan hayat tarzı"na kayıtsızca teslim ettikleri zaman. "Kültür aşılama!.." "Ama ikinci nesille uğraşmaya vaktimiz olmuyor, onları en iyi okullarda okutmaktan başka ne yapabiliriz?" deniliyorsa. O zaman Batının "lider koçluğu" bizim tarafın "lalalık" dediği "ikinci nesil yetiştirme" tarzını anlamaya ve uygulamaya çalışmak faydalı olur, deriz. Ancak "koçluk" ve "lalalık" laf ebeliği değil, gerçek anlamda samimi bir ortamda "kültür aşılama" işidir. Bu ise tarafların birbirlerine "sevgi ve güven" temelinde bağlanmaları ile netice verecek bir iştir. Yoksa gençlere "imaj maker"lik yapacak aşırı parfüm kokan, biryantinli jöleli saçlı, "yakışıklılar"dan bahsetmiyoruz "liderlik koçu" derken. Fazla uzattım galiba, hoş görün biraz heyecanlandım ahilik, fütüvvet, lalalık deyince...