Çekirdekten yetişmiş bir bürokrat arkadaşla sohbet ediyoruz. Uzun yıllar devlet hizmetinde takdire şayan hizmetler îfa ettiğine yakinen şahit olduğum arkadaşımla kamu sektöründeki yönetim anlayışını konuştuk. Konuşmamızda hiç kimseyi hedef almadık. Sadece genel tespitler yapmaya ve de kendimizce çözüm yolları ortaya koymaya çalıştık. Arkadaşın beni en çok etkileyen tespiti şu oldu. 'Kamuda işleri yüzde on'luk bir kesim yüklenmiş gidiyor. Geri kalan yüzde doksanının böyle bir derdi yok, onlar makam ve mevkilerini korumak için bir şeyler yapmanın derdindeler. Bu oranı yüzde yirmilere otuzlara çıkarmak mümkün olsa, Türkiye gerçek anlamda patlama yapar.' Daha sonra görevli olduğu kuruluş çerçevesinde işlerin yürüyüş biçimini yönetim bilimi çerçevesinde ele almaya çalıştık. Çarpıcı örnekler anlattı. Özellikle tepe yöneticilerin yetki devrini yapmaktan kaçınmalarının işleri nasıl yavaşlattığını vatandaşı canından bezdiren uygulamaların yetki devrinde gösterilecek küçücük iyileştirmelerle nasıl anında yoluna konulabileceğini kendi yaptığı uygulamalarla örnekleriyle ve de samimiyetle anlattı. Geçen gün yöneticilerin yönetimle ilgili bir şeyler okuyup okumadıklarını ona da sordum. Cevap benim için hiç sürpriz olmadı. 'Nerde ağabeycim dedi, yöneticiler önlerine konulan imza kartonlarından değil bir şeyler okumaya (af edersiniz) tuvalete gitmeye vakit bulamıyorlar. Bu imza kartonları yöneticilerin masalarından kalkmadıkça devlet çarkının hız kazanması imkânsız' dedi. Yukardan beri sıraladığımız hususlar aslında bütün dünyadaki yöneticilerin ve organizasyonların ortak derdi. Operasyonlardan paçalarını kurtarıp 'Vizyonlarına odaklanamayan' yöneticiler yüzünden insanlık habire krizlere doğru savrulup duruyor.