Geleneği yaşatmak, külü muhafaza etmek değil ateşi yanık tutmaktır'' demiş bir düşünür. Memleket'te olup bitene baktıkça, ateşi yanık tutamadığımız fikri bendenizde daha bir ağır basıyor. Tarihte bir çok örneği var, ta Atilla'nın Roma'yı zorladığı günlerde, bazı milletler Hunların ülkelerini işgal etmelerini diğer barbar Avrupalılara tercih etmişler, Mora yarımadası halkı Osmanlı'yı ülkesini işgal etmesi için davet etmiş, Bizanslı'lar Haçlıların eziyetine katlanmaktansa Osmanlı'nın sarığını görmeyi yeğlemişler. Şimdi aynı dedelerin torunlarını Avrupalı'nın kabul edip etmemeleri tartışma konusu. Neden böyle olmuş derseniz, cevap ''ateşi yanık tutamamışız'' olabilir. Bin yediyüzlerin sonuna kadar gerek ilmi gerekse idari açıdan sağlam temellere dayanan bir devlet yapımız ve sağlam ilişkilerle güçlendirilmiş iş ve toplum hayatımız varmış. Bu gün ''Ahilik'' temeline dayalı ''esnaf'' kültürünü kaybetmiş olmamız bile tek başına birçok şeyi ifade edebilir. Benim çocukluğumda bile esnaf arasında ve esnaf dükkanlarında ciddi bir usta, kalfa, çırak ilişkileri kültürü hakimdi. Bu kültür sayesinde küçük işletmeler çok verimli üretim sistemleri oluşturuyorlardı. Şimdi bu sistem ne derecede uygulanıyor bilmiyorum. Ancak bildiğim bir şey var, bazı sanayi sitelerinde Almanlar'ın esasını bizden alıp geliştirdikleri ''çıraklık okulları'' mevcut. Almanlar bunun temel prensiplerini bizim esnaf kültürümüzden aldıklarını rahatlıkla söyleyebiliyorlar. Ama biz iş hayatımıza yön ve heyecan verecek kültürlere Osmanlı'nın her müessesine körü körüne sırt çevirdiğimiz gibi sırt çeviriyoruz. Yüzelli yıldır batının bizden alıp bize sattığı değerlerin kötü kopyalarıyla, kaynaklarımızı, insanımızı, beyinlerimizi, gönüllerimizi köreltip dumura uğratmakla meşgul olduk durduk. Dedelerimiz ''basiret'' sahibi insandan bahsetmişler, biz onu ''vizyoner kişi'' yapmışız ama vizyon sahibi kimse bir elin parmağını geçmiyor. Dedeler ''firaset'' sahibi demiş. Şimdilerde biz ''ruhsal zekası yüksek'' insanlardan bahsediyoruz, ama ruhumuz boşaldığı için böyle insanlar bulamıyoruz. Dedeler ''niyet hayır akıbet hayır'' demiş, biz "misyon'' diyoruz, ama insanlarda hizmet şuuru uçup gittiği için kişi ve şirket misyonlarını ifade etmekte zorlanıyoruz. Misyonu tarif etmekte bile güçlük çekiyoruz. Sonuç olarak toplumsal genlerimizde mevcut olan yönetim kabiliyetimizi köreltmek için elimizden geleni yapmışız. Şimdilerde iş dünyamızda yeni şartlara uyum sağlamak yolunda büyük çaba gösteren birçok kurum ve şirket var. Bunlar öncelikle çalışanlarının entellektüel kapasitelerini tam olarak ortaya koymalarını sağlayacak bir kültür ortamı hazırlamak için uzun, yorucu ve yıpratıcı eğitim faaliyetlerine girişiyorlar, sonra da yönetim de mükemmelliği sağlayacak yeni tekniklere, mesela İSO sistemlerine, toplam kalite yönetimine, yalın yönetim sistemine, 6 sigma tekniğine yatırım yapıyorlar. İş dünyamız bu güzel örneklerle desteklendikçe kendine gelecek ve yepyeni başarılara imza atacaktır. Külle uğraşanlar bu tür şirketlerin faaliyetlerine alaycı gözlerle yan bakarlarken ateşi yanık tutmak isteyenler, değişimin farkına varıp onu en ileri yöntemlerle yönetmenin yollarını arıyorlar. İşte mesele bu.