Genç, hevesli, heyecanlı bir araştırmacı ruhuyla dönmüştüm Federal Almanya'dan. Almanların muhteşem kooperatif organizasyonlarını yakından tanımış, kooperatifçiliğin komünistlikle bir tutulduğu ve o yüzden kooperatif bilim dalına daha ziyade o zamanki sol zihniyetlilerin ilgi duyduğu Türkiye'de, bendeniz solcu olmayan nadir kooperatifçilerden olmuştum. Olmuştum çünkü kooperatifçiliğin hür ve demokrat Almanya'da tek bir modelle dayatılmadığını birebir örneklerle, yerinde incelemelerle görmüştüm. Esas amacın kooperasyon yani işbirliği olduğunu, kooperatifçiliğin bu üst kavramın altında bir model olduğunu kavramıştım. Etkilendiğim önemli örneklerden birini arzedeyim. Raifeissen Modeli denilen müşterek mülkiyete dayalı binası, bankası, makine parkı olan, tüm dünyada yayılma eğilimi gösteren klasik tarım kooperatifi modeli, Güney Almanya'da, özellikle Bavyera'da gelişememektedir. Yapılan araştırmalar koyu katolik inanca sahip bu bölge insanının kooperatif hareketi komünizmle eş tuttuğunu göstermektedir. Köylü "Bu işin rengi kırmızı değilse bile, pembeye çalıyor" demekte, bu modele karşı direnç göstermektedir. Bu yüzden koskoca bir bölgede özellikle herkesin kendi makinesine sahip olmak arzusu korkunç bir makine israfına sebep olmaktadır. Topluma baskı yaparak bu problemin çözülmesinin mümkün olmadığını bilen devlet, bu bölgede uzun vadeli sosyo-psikolojik bir araştırma başlatır. Bu konuya gerçekten gönül vermiş bir bilim adamı olan Dr. Geisberger 15 yıllık bir emeğin sonunda, Bavyera çiftçisini işbirliğine ikna edecek modeli bulur: "Makine Bankası" Herkesin makinesi kendi mülkiyetinde olacak, ama kurulacak bir organizasyonla, herkes birbirine beraberce tespit edilen ücretlerle makine hizmeti sunacak. Aynı bizim Anadolu insanının bulduğu "otobüs işletme" modeli gibi bir şey. Ve bu model şimdilerde "Makine Ringleri" yani "Makine Birlikleri" olarak dünyaya yayılmış ve uluslararası kongreleri düzenlenen bir harekete dönüşmüştür. Böylece köylünün kooperatifçilik komünistliktir paradigması çeyrek asır süren bir çileli dönemden sonra belli ölçüde yıkılabilmiştir. Şimdi sorun bakalım bizim partilere, "Ortak eşeğin semeri olmaz" paradigmasını, ya da ön yargısını, köylünün, çiftçinin beyninden çıkarıp, onların kaynaklarını akıllıca kullandırmak için kafalarında bir projeleri var mı? Yoksa 40-50 dönüm arazisi olan her çiftçinin avlusunda bir çift traktör, düzinelerle alet edevat bulunan bir sektörü nasıl adam edecek ve dünya ile rekabete hazırlayacaklar. Lafla peynir gemisi yürümüyor.