Fazıl Say bu güzelim ülkeyi ve onun güzelim insanlarını tanımak şerefine nail olamadığı için saçmaladı malum. "Onlar", "Biz" vs. dedi, "Gideceğim buradan" gibi laflar etti... Ben de ona gideceğim dediği batı dünyasında başımdan geçen bir olayı anlatacağım. Bu ölçülere uyamayacaksa oralara gidip yine canı sıkılmasın. Cemil İpekçi güzel söylemiş "Bunlar bütün dünyayı, Şişli'den ibaret sananlardır" diye... Sene 1974... Almanya'ya soğuk bir sonbahar günü vasıl oldum. Tam da ramazan ayının ilk günleri. Oruç tutuyoruz bir problem yok. Çay kahve ikramlarını geri çeviriyoruz. Sebebini soranlara oruçlu olduğumuzu söyleyince "Eveet, ramadan, ramadan" diyorlar. Hemen fincanlarını kapıp, özürler dileyerek, uzaklaşmaya çalışıyorlar. Ne kadar da "ziyanı yok..." desek yine de, kendilerince insani bulmadıkları için yanımızda çay kahve sigara içmiyorlar. Bu arada bendenize tahsis edilen odada küçük bir lavabo da var. Ama orada abdest almak uygun gelmiyor bana. Çünkü ıslak alan değil. Genel tuvaletlerde de abdest alamıyorum, etraf ıslanıyor diye. Neyse birkaç gün sonra Enstitüde Bay Publitz ile tanışıyoruz. Kendisi enstitünün teknik elemanı. Grafik, çizim, fotoğraf, slayt, her işi yapıyor. Bana bu arada karanlık odasını gösteriyor. Kocaman bir fotoğraf banyo küveti, yanında yerler ıslanırsa kurulamak için paspaslar var. Kimseyi üzmeden ve de çaktırmadan ramazan boyunca abdest alabileceğim bir mekan bulduğum için seviniyorum. "Bay Publitz, benim ara sıra ayaklarımı yıkama gibi bir takıntım var, burada yıkayabilir miyim?" diyorum. Publitz uyanık bir Prusyalı. "Bay İzmirli, meseleyi anladım, size bu odanın bir anahtarını veriyorum. İstediğiniz zaman girip işinizi halledersiniz" diyor kibarca. Birkaç gün sonra cuma akşam vakti, Enstitünün temizlik görevlisi Bayan Achdelik geliyor odaya. Neşeyle takılıyor "Bay İzmirli, her cuma el havlularını değiştiririz, ama size iki tane havlu bırakıyorum" diyor. Ben anlamıyorum önce ve "Niye Bayan Achdelik, benim elim yüzüm çok mu büyük" diye takılıyorum güya. Temizlikçi bayan "Yok, ondan değil, ben Bay Publitz'den duydum, şimdi ramadanmış siz herhalde dini bir rituel olarak ayaklarınızı günde bir iki defa yıkıyormuşsunuz. Ama ayaklarınızı kurulamadan çoraplarınızı giyiyormuşsunuz. Burası Türkiye'ye benzemez. İklim daha sert malum. O yüzden size bir havlu da ayaklarınızı kurulamanız için bırakıyorum. Dikkat edin hasta olmayın. Hadi kolay gelsin" dedi ve gülen yüzle selam verip ayrıldı. Avrupa Birliğine girmek... Ramazandan mı, gurbetten mi, neden olduğunu anlayamadığım gözyaşlarıma hakim olamadım. O gün bugün Fazıl Say ve benzerlerinin, burnu biradan şişmiş o Alman temizlikçi hanımın olgunluk seviyesine ne zaman ulaşacaklarını merak eder dururum. Avrupa Birliğine sadece iyi piyano tıkırdatarak girilmiyor. İnsani değerlere sahip olmak, insanları insan olarak kabul etmek, insana onun değerlerine, düşüncelerine, inançlarına saygılı olmak yani tam anlamıyla laik bir zihniyete sahip olmak gerekiyor. Kopenhag kriterleri de bunlardan ibaret değil mi?