Şirket yönetiminde takım anlayışını hâkim kılmak, iş süreçlerini yürütmede özyönetimli takımlar kurmak, bu takımların performanslarını artırmak, onları daha hızlı, daha kaliteli üretmeleri konusunda teşvik etmek günümüz iş dünyasının en gözde konularından olmuştur. Bu konuda en çok örnek alınan da "futbol ve basketbol takımlarıdır." Gerçekten bilimsel bir metotla yaklaşıldığında bu takımlar yönetim için faydalı ipuçları vermektedirler. Mesela takım üyelerinin takımın başarısını kendi başarılarından üstün tutmaları istenir. Takımda sevgi, saygı, güven gibi duyguların geliştirilmesine önem verilir. Takım üyelerinin takım vizyonunu benimsemeleri, kişisel vizyonlarını mümkün mertebe takımın vizyonuyla bağdaştırmaları beklenir. Takımda tabiî olarak var olan farklılıklara sabır ve hoşgörü ile yaklaşılmasının önemi vurgulanır. Farklı kabiliyet, karakter, bilgi ve anlayış tarzlarının varlığının kararların kalitesini artırdığı bilinir. Bunun için bütün takım üyelerinin fikirlerini rahatça paylaşabilecekleri bir ortamın oluşması için gayret gösterilir. Bu ortamı etkili bir şekilde geliştirip devam ettirebilmek için iletişim konusuna önem verilir. Hatta biraz abartılır; "her türlü saçma fikrin uçuştuğu bir atmosfer oluşturmaktan" bahsedilir. Bir takımın başarısının en büyük engellerinden biri olarak "yönetimde iki başlılık" gösterilir. Takım olmakla ilgili bir kitapta, bir seminerde bu söylediklerimizin hepsini okuyabilir ve de duyabilirsiniz. Önemli olan bütün bunları hayata geçirebilmektir. "Türkiye takımı"nı bu kriterlerle şöyle bir değerlendirseniz; sizce bunlar ne derecede geçerlidir. Mesela en sondan başlayabilirsiniz, bizim takımda "iki başlılık" var mı? Son günlerde olan bitenler bununla ilgili olabilir mi? Türkiye takımının üyeleri iki başlılığın zararını artık anlamışlar mıdır? Sonra "Farklılıklara tahammül" yönünden devam edersiniz. Canınız sıkıldıysa boş verir, bugüne kadar yaptığınız gibi "Baştakiler bilir, bana ne" der, top'unuz, pop'unuzla devam eder gidersiniz...