Bugünlerde varsa yoksa futbol ya, "Bendeniz de biraz güncel takılmalıyım" dedim ve kaleme sarıldım... Malum futbol oyunu, yönetim uygulamaları için bazı ipuçları verebiliyor. Yani o kadar da faydasız değil! Bu defa "takım"dan ziyade "lider"e dayalı gözlemler yapmaya çalışıyorum. Henüz tam olarak sonuçları almış değilim ama, teknik direktörlerin davranış tarzlarından bir şeyler çıkardım gibi... Bizim gibi sıcak ülkelerin teknik direktörleri daha bir hareketli ve gergin tavırlar sergiliyorlar oyun sırasında. Bunun en göze çarpan örneği Fatih Terim. O kadar çok hareketli ve agresif ki, doksan dakika boyunca devamlı hopluyor, zıplıyor, bağırıyor çağırıyor. Hatta Portekiz maçından sonra TRT 1'de onun bu canlı ve heyecanlı pozlarından bir klip bile hazırlamışlar. Aslında, uzun bir hazırlık döneminden sonra sahaya sürülen "takım"ın büyük ölçüde verilen taktiği kendi kendine uygulaması gerekir diye düşünüyorum. Diğer teknik direktörler çok daha az müdahale ediyorlar oyuna ve oyunculara. Mesela şu anda dünyanın en başarılı futbol adamlarından olan ve geçen günlerde Avrupa şampiyonluğunu kazanan Manchester United'ın teknik direktörü Ferguson, takıma aşırı müdahale etmemek için doksan dakika boyunca hırsla ciklet çiğniyor. Ancak "gol" onu yerinden fırlatıyor. Oyuncular da her golden sonra gelip ona sarılıyorlar... Netice olarak önceden takımını; gerekli eğitimlerle, denemelerle, hata yapmalarına belli ölçülerde müsaade ederek yetiştiren sonra onları rakipleri karşısında tam yetkili kılarak sahaya süren teknik direktörler daha başarılı oluyorlar. Ancak Türkiye gibi "yarın ne olacağı belirsiz olan ülke"lerin şartlarında ortaya çıkan yönetim kültüründen etkilenen futbol adamları da oyuna devamlı müdahale ederek başarıya ulaşmaya çalışıyorlar... Yani sizin anlayacağınız "Her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır" atasözü bu gittikçe karmaşıklaşan yazıyı bitirmek için söylenmiş herhalde! Bunun da Amerikancası "situational leadership" yani "durumsal liderlik" olmuş oluyor...