Nerede o eski seçimler!..

A -
A +

Yurt dışına ilk çıkışım 1974'te oldu. Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi, Ziraat Ekonomisi ve İşletmeciliği Bölümü asistanıydım ve bu kimliğe ve otuz yaşına yakın olmama rağmen o seyahati gerçekleştirmek, sanki uzaya gitmek gibi bir şeydi. Aman yarabbi, ne muameleler, her şey, her işlem haftalar alıyordu. Hele Merkez Bankasından beşyüz mark "o zamanlar Alamanın parası doyçe-mark 'Deutcehe Mark' idi" alabilmek için ne gidip gelmeler yapmıştım. Bir mark yedi lira idi o zamanlar. Bendenizin maaşı da yaklaşık bin "eski" Türk Lirasıydı. Bu arada kelleyi koltuğa alıp beşyüz lirayı da kaçak olarak götürmüştüm yanımda. Eh, ne de olsa beşyüz bölü yedi, yaklaşık yetmiş mark yapcaktı ki, bir çorbaya tuz olurdu. Neyse uzatmayalım ve o beşyüz liranın macerasını, belki tekrar olacak ama, yürek yakan bir hatıra olduğu için anlatalım. Almanya'nın havasına alışıp, etrafı tanımaya başlayınca, o meşhur "beşyüzlüğü" marka çevirmek üzere bir banka görevlisine uzattım. Adam paraya baktı, baktı, sonra "Bu nerenin parasıdır?" dedi önce. Sonra da biraz beklememi söyleyip, şefine gitti, uzun uzun görüştüler. Sonra adam benim yarım maaşım olan beşyüz lirayı üç mark küsura alabileceklerini söyledi. Bendeniz mark'ın yedi Türk lirası olduğunu vesaire anlatmaya çalıştım. Cevap dondurucu soğukluktaydı: "Sizin paranız konvertibl değil, biz bunu milletlerarası alışverişlerde bazan lazım olur diye alacağız!.." Boğazıma düğümlendi sözleri. Paramı alıp ağlamaklı bir şekilde verdim kendimi kalabalıkların arasına. Edebiyat yapmıyorum. O anda "milliyetçilik damarım" patlamak sınırına dayanmıştı. Neyse o günlerde Almanya'da Helmuth Schmidt ile Helmut Kohl'ün kapıştığı ve bir de FDP'nin (Hür Demokrat Parti)aralarda boy göstedidğ bir seçim yaşanıyordu. Afişler, pankartlar, salon toplantıları, televizyon tartışmaları, biz Türklere hiç tad vermiyordu. Kavga gürültü, yoktu ama güçlü bir mizah yarışı vardı. O zamandan zihnimde yer etmiş olan bir motifi aktarayım. Sosyal Demokratlar Kohl'e, Alman kültüründe çok ağır sayılacak bir deyimle takılıyorlardı: "Jeder Kolh braucht keinem Kopf zu haben." Malum Kohl Almanca'da "lahana" demektir. Yine malum lahananın da birçok çeşitleri var. İşte buradan hareketle "Her lahananın kafası olmak zorunluluğu yoktur, bazı lahanalar kafasız da olabilir" diyorlardı. Ama tartışmalar bizdeki İnönü-Menderes, İnönü-Demirel, Ecevit- Demirel kapışmalarındaki gibi birinin ak dediğine diğerinin kara demesi tarzında değildi... Aradan 30 yıl geçti... Sonra aradan 30 yıl geçti. Şimdi Türkiye'ye bakıyorum, artık Türkiye'de de parti liderleri arasındaki kapışmalar da tat vermiyor. Ama borsa seçim öncesinde şahlanıyor, özelleştirmeler şakır şakır yapılıyor. Ve de en önemlisi "Türk Lirası" eskisi gibi yerlerde sürünmüyor, hele son dört buçuk yıldır, milletlerarası areneda aslanlar gibi mücadele ediyor. İşte şimdi kendisiyle baş başa kaldığında "Ben, ülkemi, milletimi, vatanımı, bayrağımı, seviyorum" diyenlerin, Rahmetli Özal'ın başlattığı "Türkiye'yi dünyada tanınan ve sevilen bir ülke yapma" idealini sürdürenlere destek olmaları gerekir. Bu vizyona sahip çıkan her parti ve liderinin baş üstünde yeri var. Bendenizden son günlerde birçok yazarın yaptığı gibi açık olarak parti ismi zikretmemi lütfen beklemeyin. Ama "Anladınız siz o partiyi"...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.