Nerelerde miydik?!.

A -
A +

İlk durak Bursa'ydı bu yıl... İki gün boyunca gerçek "Yeşil Bursa"nın tadını çıkardık. Yıllar sonra ilk defa şehir surlarını derinlemesine inceledik. Ne çetin bir şehir olduğunu ve rahmetli Osman ve Orhan Gazileri neden o kadar zorladığını anladık. Sonra ver elini Kütahya... Kütahya hanıma yarar diye düşünürken Çavdarhisar'da Azanoi harabeleri olduğunu duyduk ver elini... Çavdarhisar'daki eski şehir harika, belki de dünyanın en sağlam kalmış "Zeus Tapınağı" görülmeye değer. Ancak bir İsviçreli ve de biz Türk çiftten başka kimsecikler yoktu. Tiyatro, stadyum vs. hepsi hoş, ancak, dünyada belki bir eşi olmayan ve de ilklerden olan "Borsa" binası harika. Üzerindeki yazıtlardan enflasyon derdinin o yıllarda da olduğu anlaşılıyor. Düşünsenize "Bir at için üç köle istiyorlarmış. Fiyatlar aldı başını gidiyormuş..." Gerçekten mesela Viyana şehrinin orta yerindeki Romalılardan kalma birkaç taş tuğla ve basit bir çeşme kalıntısının ne derece özenle korunduğunu ve ilgi çektiğini düşünürseniz sadece Çavdarhisar kalıntılarıyla bütün Avrupa'yı başınıza toplayabilirsiniz. Nerede kaldı Efes, Bergama, Aspendos, Hattuşaş, Göreme... Bunlarla dünyayı başınıza toplayabilirsiniz. Sonra Denizli... Dünya harikası Pamukkale ve dev bir antik şehir daha: Hierapolis... Yerli yabancı turistin kaynadığı bu mekanda insanların baraka tarzında ve iğrenç görünümlü tuvaletlerin önünde kuyruk olduklarını görünce şaşkına döndük. Ertesi gün Denizli İHA Bürosuna nezaket ziyareti için teşrif eden Denizli Valisi ile biraz sohbet etme imkânımız oldu. Hani "Bir dokun bin ah işit kase-i fağfurdan" derler ya, ("kristal kâseye bir vurursun çın çın öter durur" diyerek gençler için tercüme edeyim dedim ama görüyorsunuz sohbetimizin tadı kaçtı, neyse...) Sayın Vali bizden daha dertli çıktı. Buranın bilmem kaçıncı derece SİT alanı olduğunu çivi çakmanın mümkün olmadığını, o derme çatma tuvaletlerin bile her an kaldırılma tehlikesi olduğunu; hatta dahası yeni bir kararla turistlerin araçlarının üç dört kilometre geride bırakılmasının planlandığını, özellikle yaşlı turistlerin ilgisini çeken bu yerde bu insanların güneş altında bu kadar yokuşu nasıl tırmanacaklarının "Eski Eserleri Koruma Kurulu"nu hiç ilgilendirmediğini... Kendisinin yeni tayin olmakla beraber bütün gücüyle mücadele ettiğini ve daha neleri neleri samimi, heyecanlı bir tarzda anlattı. "Bu ve benzeri yerlerin doğrudan Başbakan'a bağlı çok güçlendirilmiş ve de konuya hakim bürokratlarca yönetilip yönlendirilmesi gerektiği" tarzındaki bütün işleri Ankara'ya yığıp çorbaya çeviren meşhur "Her iş Ankara'da hallolur" paradigmasına sığınıp Denizli'den ayrıldık... Pardon ayrılamadık. Hedef Antalya idi. Şehir içinde Antalya istikametine yöneldik. Sözlerime kulak verin!.. Gözümüze Gökdemir mi, Pekdemir mi şimdi ismini tam hatırlayamadığım ama üstünde Çarşı Mağazalarının bulunduğu alışveriş merkezinden yolluk bir şeyler alalım dedik. Siz de bu yoldan geçerseniz ve böyle derseniz şimdi sözlerime iyi kulak verin. Sakın bu alışveriş merkezinin anayolun bir metre dışında düzenlenen otoparkına arabanızı parketmeyin. Çünkü geri manevra yapıp çıkarken ana yoldan geçen bir araba bagajınızı uçurabilir. İkincisi bu nasıl müsaade edildiği beli olmayan otoparkı mağazaya bağlayan dik rampaya çıkıp ineceksiniz, o zaman benim gibi yirmi yaşında turist havasında şipidik terliklerle bu işi yapmayın. Çünkü alışveriş yapıp arabanıza dönerken bir de önünüze bakmazsanız ayağınız burkulur, kırılır sonra altı hafta daha ayağınızda alçıyla "ilave askerlik" yaparsınız altmışına merdiven dayamışken. Şafak mı? Şafak, bugün itibariyle 18... Bütün bu macera boyunca bizi misafir eden ticari ve özel! müesseselere ve tedavimiz konusunda yardımcı olan herkese ve İzmir'deki sıkıntılı günlerde ziyaret edip gönlümüzü ferahlatanlara gönülden teşekkürler ederiz...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.