Sosyoloji, "toplumbilimi" demektir. Adı üstünde "toplumu bilmek"ten geçer sosyolojinin yolu. Problemlerini çözmeye kafa yorduğunuz toplumu ne kadar iyi tanır, onun özelliklerinden ne kadar çok haberdar olursanız, çözüm üretmekte o kadar başarılı olursunuz. Bu her toplum birimi için değişmez kaidedir. Aileden başlar, millete kadar, hatta milletlerarası münasebetlere kadar ulaşır. Ancak sosyoloji kadar da, diğer bilim dallarıyla iç içe girmiş bir başkası yoktur denebilir. Çünkü temeli insan olan toplumun; biyolojik, psikolojik, fizyolojik, kronolojik, politik, ekonomik, teolojik, etnolojik, genetik, folklorik ve daha birçok özellikleri açısıdan iyi tahlil edilmesi gerekir. Bu çok zor işin, kolay bir yönü "o toplumda yaşamak ve insanların davranışlarını gözlemlemektir." Çünkü toplumda yaşayan insanların davranış paternleri (biçimleri, şekilleri, tarzları) yukarıda saydığımız birçok özelliklerin yoğuşmasından ortaya çıkar. Toplumun davranış kalıpları o toplumun yapısı hakkında sağlam ön yargılar oluşmasına temel oluşturur. Toplumsal davranış kalıplarından hareketle mesela Almanlar için "çalışkan, sebatkâr, tutumlu, tertipli, düzenli" bir millet diyebilirsiniz. Türkler için "misafirperver, cömert, coşkulu, cesur, biraz dağınık, tertipsiz, liderini bulursa iyi odaklanan bir toplum" hükmünü verebilirsiniz. Peki şimdi bu satırları okuyan herkese soruyorum "Kürt toplumu" denilince aklınıza ne geliyor? Bendeniz bu konuda 1970'li yıllardan beri yaptığım gözlemlerle cevap vermeye çalışacağım. Bir kere Kürtlerin Doğu ve Güneydoğu Anadolu'daki vatandaşlarımız olarak algılanması yanlışını düzeltmemiz gerek. O bölgelerden gelen herkes Kürt değildir. Patnos'ta 1970'li yıllarda yedek subay olarak görev yaptım. Doğu insanı ile ilk yakın temasım Orduevi Subaylığı yaparken oldu. Patnos'un hemen bütün esnafı ile temasım oldu. Hiçbir problemle ve yanlış davranışla karşılaşmadım. Sonradan orada kurduğum dostlukların tadını mektuplaşarak çıkardım yıllarca. Sonra gerek üniversitede, gerekse görev yaptığımız birçok kuruluşta "Kürt" denilen milletten, çalışma arkadaşlarım ve çözüm ortaklarım oldu. Mesela Alaşehir'de dükkan komşularımız olan tüccarların hamaliye işlerini yapan, Kürtçe konuşan onlarca arkadaşım oldu. Bunlarla aradan kırk yıl geçmesine rağmen hâlâ ziyaret ettiğim, telefonlaştığım dost ve arkadaşlarım mevcuttur. Bütün bu temasların sonunda Kürtçe konuşan bu insanların "kibar, edepli, namuskâr, dindar, dost canlısı, dostu için her şeyini feda edebilecek karakterde, çalışkan, çilekeş, kanaatkâr, hürmetkâr, alçak gönüllü insanlar" olduklarını müşahede ettim. Mesela sofralarına bir oturun ve nasıl kibarca yemek yediklerini görün! Ya da evlerinde bir gece kalın, sabaha kadar üstünüze nasıl titrediklerini hissedin! Özkök Paşa'ya kulak verelim O zaman doğu ve güneydoğudaki problemleri çözmeye çalışırken, bu kardeşlerimizin sosyolojilerini anlamaya çalışmalıyız. Bu konuda mesela gerek görevde iken, gerekse emekli olduktan sonra çok başarılı bir performans sergileyen Orgeneral Sn. Hilmi Özkök'e kulak vermeliyiz. Özkök Paşa; "Siz doğudaki vatandaşlarımızı 'yan yatmış göbeğini kaşıyan birileri' olarak hor görürseniz, onun evine ayakkabısını çıkararak girip gönlünü kazanan bölücülerle başedemezsiniz" mealinde konuşmuştu geçenlerde. Silah elbette gerekli, ama silahtan önce, ondan daha etkili silahların varlığından haberdar olmalıyız...