Turgut Özal" denildiğinde yüreğim ayrılık acısıyla şöyle bir burkulur. Kendisiyle kısa süreli de olsa çok defa bir arada bulunma ve onun "havasını" "liderliğini" "samimiyetini" "insan sevgisiyle dolu kocaman yüreğinin yaydığı kozmik ışınları" yaşamış biri olmaktan duyduğum hazzı anlatamam. Tek kelime ile "içimizden biri idi" ve belki de en önemlisi "sevilen biri idi"... Her fani gibi kusurları, daha çoğu çevresindekilerden kaynaklanan kusurlarına rağmen milletinin gönlünde yer etmiş bir "adam gibi adamdı." Günlerdir hakkında yazılanları zevkle okuyorum, her kesimden insan onun için güzel şeyler söylemeye devam ediyorlar. Hatta "dini söylemlerden!" özenle kaçınan devlet büyüklerimiz bile onu "rahmetle andığını" söyleyebilmiştir. İşte bu onun her gönüle sızabilen samimi duygularının tezahürüdür. Turgut Özal'ın en önemli yanı, usta bir "değişim ajanı" olmasıydı bence. Son zamanların şirket yönetimi uygulamalarından "değişimi yönetmek" söz konusu olunca, şirket çalışanları tarafından da benimsenen samimi, bilgili, sevecen değişim ustalarına verilen isim bu "Değişim ajanı!.." Çünkü değişimi başarıyla becerebilmek için önce insanların sevebileceği liderlere ihtiyaç olduğu kesine yakın bir tesbittir. Sevilmeyen insanların insanlara bir şeyler anlatabilmeleri mümkün değildir, ama onları değiştirmeleri hele hiç mümkün değildir. İşte rahmetli Turgut Özal, yıllar süren bir ön hazırlıktan sonra ülkede esen karamsar ekonomik havaya rağmen, o sıralar yönetimde söz sahibi olan askerî idareye de kendini kabul ettirerek, hatta sevdirerek Türkiye'yi, Türk insanını bilgi çağına hazırlayan "değişimin mimarlığını" başarıyla becermiştir. Şimdi okuyacağınız satırlar iki binli yıllarda batı dünyasının yeni yeni uyandığı "kuvantum yönetim anlayışının" öncülerinden Danah Zohar'a ait. Rahmetlinin belki de 1970'lerde hissedip 1980'lerde uygulamaya koyduğu politikaların temelinde bu önemli tesbit yer alıyor. Bugün bilemem ki, kaç tane yönetimde söz sahibi olan kişi bu gerçeklerin farkındadır. Uzunca bir alıntı ama umarım canınız sıkılmaz. Değişimi o başlatmıştı... "Birçok bilimci bir paradigmanın içinde çalışır ve yaptıkları deneylerin çoğu bu paradigmayı ispatlamak üzere yürütülür. Yeni fikirler hoş karşılanmaz ve ilk başta sapkınlık olarak muamele görür. 'Devrimci bilim' ancak sapkınlıklar, eski paradigmanın içine sığmayan şeyler iyice arttığında gündeme gelir. Devrimci bilim paradigmayı değiştirir. Eski dünyaya bakış tarzının işlemediğini söyleyecek içgörüye ve cesarete sahiptir. Ne var ki, böylesi devrimler sancılıdır. Kaçınılmaz sonucu bütün dünyaya bakış açımızı değiştirmesidir. Bir paradigmaya en başta iş görebilmek için ihtiyaç duyarız, ama tehlike de paradigmamızın içine takılıp kalmamızdır. O zaman yeni düşünce imkansız hale gelir. Bu, 'paradigmanın paradoxu'dur. Bilim kendi eski paradigmasının içinden değiştirilemez; firmalar da öyle (milletler de -R.İ.-) Oyun kurallarını değiştirebilmek için bu kuralların dışına çıkmamız gerekir. Aynı şekilde örgütlerin yapılarını mevcut yapıların içinden dönüşüme uğratamayız. Mevcut yapılar içinde yetişmiş ve bütün kariyerlerini bunları nasıl kullanacaklarına yatırmış olanlar için bu çok zor bir şeydir. Kuhn, bilimsel bir paradigmanın eski paradigmanın bütün uygulayıcıları ölmeden değişemeyeceğini öne sürmüştü. Bu biraz abartılmış olabilir, ama paradigmamızı değiştirmek için beyinlerimizi yeniden kurmamız gerekir. Ne var ki, tıpkı bilimciler gibi, bizler de genellikle ancak bir felaketle karşılaştığımızda, eski yapılar kesinlikle işlemez hale geldiğinde bunu yapmaya eğilimli oluruz. Bugün politikada, iktisatta, eğitimde ve iş hayatında böylesi bir noktaya geldiğimizi düşünüyorum. Eski yapılarımız artık işlememektedir." (Danah Zohar, Aklı Yeniden Kurmak-İstanbul 1998, sh. 51) İşte rahmetlinin farkı bu, o olan biteni yirmi yıl önce algılamış ve değişimi başlatmıştı; bir de bunun aksini düşünün!.. Nur içinde yatsın.