Pişmiş aşa su katmak!

A -
A +

Her yıl olduğu gibi gençlerimiz dünya çapında bilimsel başarılara imza atmış gibi, ÖSS sınavında birincileri, ikincileri, üçüncüleri açıklıyoruz. Gazetelerde manşetler. Dershanelerin, kolejlerin! duvarlarında dev gibi afişler, "İşte bizim başarılı öğrencilerimiz." "İlk yüze girdik." "İlk binde yer aldık", olmadı "ilk onbinde şu sıradayız" Lütfen bu girişe kızdıysanız, yazımın devamını okumak zorunda değilsiniz. Ama yıllarca, onyedi yılı, üniversite bitinceye kadar öğrenci, sonra yirmi yılı da üniversitede öğretim üyesi olarak yaklaşık kırk yıl, Türk eğitim sisteminin içinde yer alan, saçları ağarmış bir yaşlı kişinin ne dediğine kulak vermek istiyorsanız, buyurun dinleyin. Hadi önce benden değil, yıllarını, "öğrenme" ve özellikle "muhakeme kabiliyeti"ni geliştirme konusunda harcamış, Edward de Bono'dan birşeyler dinleyin. Dünya çapında bir "usta" De Bono, Maltalı bir tıp doktoru. Dünya çapında bir "öğrenme ustası". Türkiye'ye her iki gelişinde de sabahtan akşama kadar süren seminerlerinde dinledim kendisini. Ayrıca Türkçeye çevrilmiş birçok eseri de var. İlk seminerinin, ilk onbeş dakikasında bilgi çağından, bilgi çağının boyutlarından, bilginin ışık hızına ulaştığından, bilgiye, hem de her türlüsüne ulaşmanın tek bir tuşa dokunmakla mümkün olduğundan bahsetti. Sonra bu kadar bol ve yaygın hale gelmesi dolayısıyla artık bilginin değil, onun çok hızlı ve bilinçli şekilde yorumlanmasının gereğinden bahsetti. Bu yorumlamanın "tefekkür" denilen faaliyet olduğunu, aslında bilgi çağından değil "tefekkür çağından" bahsetmek gerektiğini bu çağın başlamasında en büyük payın da Hazreti Muhammed'e ait olduğunu belirtti. "O"nun bu konuyla ilgili birkaç güzel sözünü zikrettikten sonra, "tefekkür"ü sistemleştiren muhteşem metodlar ve bunun örnekleriyle unutulmaz iki gün yaşatmıştı dinleyenlere. Acı gerçek!.. İşte bendeniz de üniversitede onbeş yılı anlatmak ve öğrencileri imtihan edip not vermekle geçirmiş biri olarak şu acı gerçeği tespit ettim: Çocuk ve gençlerimizi ilk okuldan üniversite bitinceye kadar test imtihanlarına göre hazırlayarak beyinlerini "şıklardan birini seçmek" paradigmasına göre şekillendiriyoruz. Sonunda "Karlofça Anlaşması aşağıdakilerden hangi olayla aynı yılda olmuştur?" a, b, c, d, hiçbiri. "Dizel motoru bulan kişi aşağıdaki milletlerden hangisine mensuptur?" a, b, c, d, hiçbiri. "Amazon ormanları kaç kilometre karedir?" a, b, c, d, hiçbiri. Sonunda bu metodla okulunu bitiren gençlerimiz gerçek hayatta problemin çözümünün şıkları kendilerine verilemediği için yıllarca bocalıyorlar. Onları ülke gerçekleriyle bağdaşmayan bilgilerle "kafası dumura uğramış test mağdurları" olmaktan kurtarmak da epey bir zaman ve paraya maloluyor. İtiraf ediyorum ki!.. Nasıl değerlendirirsiniz bilmiyorum? O size kalmış. Ama ben üniversite hayatımda, her yıl şöyle bir metod izledim. Aslında bu bir suç itirafı olarak da kabul edilebilir. İlk derste bütün öğrencilerime peşinen 50 puan verdim. Sonra onlara elli puandan fazlasını imtihanlarda doğru bilgileri aktarmakla değil, yanlış da olsa kendi beyinlerinin eseri olduğuna beni inandıracakları fikirleriyle alacaklarını söyledim. Bu uygulamaya şahit yüzlerce öğrencim vardır. Birine rastlarsanız sorabilirsiniz. Benim rastladıklarım o günleri hatırlayıp kendilerini "bilgiyi yorumlamaya", "tefekküre" zorladığım için teşekkür ediyorlar. Bu aldığım en büyük mükâfât oluyor. Gerçekten pişmiş aşa su katmak gibi bir niyetim yok. Oyunu kurallarına göre oynamak Gençlerimiz önlerine konan oyunu kurallarına göre oynamak zorundalar. Ancak ben yıllardır dünya çapında hemen hemen hiç derecesinde bilimsel katkı sağladıkları halde burunlarından kıl aldırmayan YÖK'çülere ve konunun ilgilisi olan Milli Eğitim, Kültür ve diğer bakanlara, gençlerimizi bu beyin cenderesi "test sistemin"den ve milyonlarca genci önce kazandırıp sonra kaybettirip bunalımlara sürükleyen ÖSS garabetinden, ne zaman ve ne şekilde kurtarmayı düşündüklerini merak ediyorum. Bu soruyu taa ilkokuldan başlayarak öğrencileri kabiliyet ve arzuları dikkate alınarak, geliştiren ve yönlendiren bir sisteme kafa yormak gerektiğinin ve bu problemin uzun vadeli ve çok ağır fikri ve mali bedeller ödenerek hallolabileceğinin bilincinde olarak soruyorum. Bu arada; herşeye rağmen büyük çileler çekerek ÖSS'de başarılı olan gençlerimizi yürekten kutluyorum.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.