İzmir'in sonbaharında on gün geçirdim. Her sohbetin konusu "kriz" olunca, pek tadını çıkaramadım desem yeridir. Ancak millet olarak krizin ne demek olduğunu krizde dayanışmanın ne kadar önemli olduğunu ve de "bilgi"nin krize dayanıklı olabilmek açısından ne kadar stratejik olduğunu daha bir kavradım, anladım... Birçok sohbette insanlar bendenizi bu konularda çok bilgili zannettikleri için konuyu kendileri açıp, uzun uzun yorumlar getirdikten sonra "değil mi?" diye soruyorlar, bendeniz de yeni bilgilere kavuşmuş olmanın ferahlığıyla "Tabii efendim!" tarzı tasdik makamlarında oluyorum. Bu arada meseleyi anladığımıza dair birkaç kelâm etmek de gerekiyor tabii. Bacanağım gerek Almanya'da, gerek Türkiye'de bileğinin gücüyle belki de binlerce bebeği ilk eline alan bir doktordur. Kendisi bütün parası olanlar gibi finans piyasalarını ve bu piyasalarda olan biteni takip eder. Bu defa Taraf gazetesinde Neşe Düzel Hanım'ın (ismini hatırlayamadığım için kusura bakmasın) genç bir finans uzmanı ile yaptığı söyleşiyi altını çizerek okumuş ve bana hararetle tavsiye etti. Ben de okudum. Sonra kendisine "Bundan önce olan biten krizler esnasında bu konuda bir şeyler okuma ihtiyacı duymuş muydunuz?" diye sordum. "Eh, haber metinlerine bakıyordum ama bu defa olan biteni iyi algılamak gerektiğine inandığım için, derinlemesine okumaya, anlamaya çalışıyorum" dedi. Ve de Amerika'da insanların daha fazla tüketme daha fazlasına sahip olma konusunda aşırı derecede "tahrik" edilerek çıkılan yolculuğun sonuna gelindiğini, düşük faizle ev sahibi olanların bu evlerini "tatlı kârlarla" başkalarına devrederek ortaya çıkan "morgıçlı" saadet zincirinin kırıldığını vs. açıkladı. Bendeniz de konunun uzaktan bakıldığında bardağın dışına abartılı şekilde taşmış köpüğüyle insanları cezbeden, ancak köpüğün bardağın içinde de yarıya kadar devam ettiği hissedildiği zaman hayal kırıklığına sebep olan "yayık ayranı" modeliyle konuyu modelize ettim. Hani piyasalar köpürtüldü filan deniyor ya. Hoş sohbetlerdi vesselam...