Rekabet, iş hayatında başarının ve ekonomik gelişmenin temel faktörü. Türkiye uzun yıllar boyunca "kendi yağıyla kavrulma", "millet zenginleşirse devleti saymaz", "yerli malı yurdun malı, herkes onu kullanmalı", "milli sınırlarımızı her türlü yabancıya karşı savunduğumuz gibi, milli sanayimizi de düşman şirketlere karşı korumalıyız", "Gümrük ve Tekel Bakanlığı" "Kamu İktisadi Teşebbüsleri ekonomimizin öncü kuruluşları" gibi slogan ve kuruluşlar (halen de ekonominin %60'ını devletin elinde tuttuğu bir ekonomik düzenle) "rekabetsizlik" hastalığına tutulmuştu. Bu hastalığın en büyük belirtisi "verim düşüklüğü"dür. Bu ise kaynakların boşa harcanması dolayısıyla ülkenin refah seviyesinin düşük kalmasıdır. Onun da göstergesi fert başına milli gelirdir. Bu ölçüye vurulduğunda Türkiye halen üçüncü sınıf ülkeler kategorisindedir. Bu onulmaz yaramızı en geniş anlamda idrak eden ve bu konuda cesaretle ilk adımları atan Turgut Özal olmuştur. 1980'li yıllardan sonra Türkiye zenginliklerinin ve imkânlarının farkına varmış, iş hayatında gerek uluslararası gerekse ulusal seviyede rekabete açıldıkça ferahlamaya başlamıştır. Bu satırları Türkiye'nin rekabetin yararına tam inandığımı samimiyetle ortaya koyan bir ortamda kaleme alıyorum. SEDEFED (Sektörel Dernekler Federasyonu), TÜSİAD ve Sabancı Üniversitesinin ortaklaşa düzenledikleri Rekabet kongresindeyim. Recep Tayyip Erdoğan'ın Türk İş dünyasına en anlamlı hediyelerinden biri olarak kabul ettiğim Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen kongrenin açılışında her zamanki pozitif enerjisiyle, konuşulacakları özetledi. Sonra yerli ve yabancı konunun birçok uzmanını dinledik, tartışmaları takip ettik. Kongreden önemli gördüğüm tesbitleri paylaşacağım sizlerle. *"Rekabet bir savaştır, savaş ise etkin stratejiler olmadan kazanılamaz." *"Devlet olarak şirketlerimizin rekabet etme imkânlarını genişletmeliyiz." *"Global çapta firmalar yetiştirmeyiliz." *"Ülkelerin rekabet gücünü kıran, üç önemli konu, siyasî istikrarsızlık, yargı bağımsızlığının olmayışı, yolsuzluk ve rüşvetin yaygın olması." *"Ben Latin Amerikalı bir bilim adamıyım, keşke diyorum çoğu zaman, bizim de Avrupa Birliği gibi kuruluşa katılma imkânımız olsaydı, böylece biz de ekonomik hayatımıza zoraki yön verme imkânına kavuşsaydık. Maalesef böyle bir imkanımız yok, bu yüzden de ekonomimizi kısa sürede düzene koymamız mümkün olamayacak." *"Son elli yıldır oluşturduğumuz global ekonomi düzenini ve bunun ortaya çıkardığı profili değiştirmezsek dünya yeniden bölünecek, o bakımdan serbest rekabeti geliştirerek dünyadaki gelir dağılımını tabiî bir ortamda iyileştirmeye çalışmalıyız." *Rekabet gücünü artırmada genel eğitim çalışmaları sanıldığı kadar önemli değildir, hizmet içi eğitimler bu konuda daha etkili olmaktadır." *"Polonya, komünist kültürden kalma bir ciddiyetle kayıtdışı ekonomiyi ortadan kaldırdı, ekonomik gelişme açısından sınıf atladı." *"Artık "üretici odaklı" düşünmeyi bırakıp "tüketici odaklı" düşenmeye başlamalıyız, bu ise rekabeti artıran bir durumdur!.." *"Rekabet olmayan ekonomilerde verimliliği artırmak mümkün değildir." *"Yönetim işini ciddiye almalıyız, şirketlerde etkili bir yönetim kültürü oluşturmak için kafa yormalıyız, çünkü kötü yönetim şirketin rekabet gücünü zayıflatan en önemli etkendir. Az bir gayret ve etkili eğitimlerle bu açığı kapatmak mümkündür..." Türkiye rekabetin şuuruna vardıkça ve gittikçe acımazsızlaşacak olan glabol rekabetle başetmenin yollarına ciddiyetle kafa yordukça, gelişip serpilecek, bu anlamlı kongreye emeği geçen herkese teşekkürler ederim.