Rekabet her hal-ü kârda iyidir. Düşünsenize rakipleri olmasa hangi koşucu yüz metreyi bu kadar hızlı aşabilir. Hangi otomobil firması daha iyisini, kalitelisini, yakışıklısını üretmek için gayret gösterirdi. Rekabet iyidir. Hatta Çin'in rekabeti bugüne kadar gelmiş geçmiş en faydalı rekabet olmaya namzettir. Yıllarca iş dünyası daha iyiye, güzele, ucuza kaliteliye kafa yordu yormasına. Ancak kaynakları etkili ve ekonomik kullanmaya gerektiği kadar kafa yormadı. Şimdi Çin'in dünya piyasalarında korkunç miktarlarda ve acayip fiyatlarla boy göstermesinden sonra, bütün şirketler kaynaklarını daha verimli kullanmaya kafa yormayacaklar, "beyin zonklatacaklar". Mesela artık plazaların eskiden olduğu gibi her metrekaresini değil, her santimetrekaresini daha verimli kullanmaya çalışacaklar. Zaruri olmayan her türlü yer işgali ortadan kaldırılacaktır. Çalışanlara Çin'li şirketlere göre tüketici sepetinin dolma bedeli ya da satın alma pariteleri göz önüne alınarak üç ya da dört misli fazla ücret ödüyorlarsa, o zaman çalışanlarının verimlerini o kadar artırmaya kafa yoracaklar demektir. Devlet binbir cendereden geçirerek tayin ettiği bir valisine, Çin'in eyalet valilerine verdiği kadar yetki verme konusunu gündeme getirmeyi düşünecektir. Malum, Çin'de "Belediye Başkanı" olarak adlandırılan eyalet başkanları yıllık yüzde yedi kalkınma hızını tutturmak kaydıyla sınırsız yetkiyle donatılmış durumdadır. Çin bu şekilde yatırımcı şirketlere sınırsıza yakın kolaylıklar sağlayarak yatırımcı sermayeyi kendine yönlendirmiştir. Türk şirketlerinin çoğu da orada yatırım yapmakta veya yapmayı en azından düşünmektedir. Marka olmayı beceremezsek!.. Çin'deki "topyekun silkinme", "ölü toprağını atma" tarzında cereyan eden mentalite değişimini daha etkili ve hızlı şekilde Türkiye'nin de bütün kurum ve kuruluşlarıyla gerçekleştirme zorunluluğu vardır. İnsanları üretim faaliyetlerinin odağına koyan yönetim anlayışı bütün bu tedbirlerin merkezinde yer almak zorundadır. Çünkü Henry Ford'dan kalma "Ben her şeyi hesapladım, planladım, bana bunları uygulamak için sadece iki güçlü kol lazım, beyine ihtiyacım yok ama ona da boşuna ücret ödüyorum" tarzı yönetim anlayışı bugünün ihtiyaçlarını karşılamaktan uzaktır. İyi motive edilmiş ve vizyona kilitlenmiş çalışanların samimi katılımlarıyla ancak "farklı olmayı, farklı bir şeyler üretmeyi, böylece marka olmayı" becerebiliriz. Marka olmayı beceremezsek, üçüncü sınıf fasoncular olarak boğaz tokluğuna çalışan bir toplum olmaktan kurtulamayız.