Aristo'dan başlayıp Eflatun'la renklenip, Galile ile komikleşip, Newton'la ciddileşen batı fikir hayatının en büyük handikapı olayların "doğrulanabilirliği" ile uğraşmasında yatıyor. Daha doğrusu yatıyordu. Haa! bu arada Galile ile komikleşme derken, bizim atalar dünyanın yuvarlak olduğunu asırlar öncesinden biliyor ve Galile'nin dünya yuvarlıktır dediği için engizisyon mahkemesi tarafından ateşte kızartılmakla tehdit edildiği günlerde Diyarbakır'ın Sincan sahrasında meridyenin boyunu ölçmek için kafa patlatıyor olmalarıdır. Malum Galile "Tamam dünya tepsi gibi düzdür ve bir öküzün boynuzları üzerinde durmaktadır" demiş ve son anda hem de diri diri kızartılmaktan kurtulmuştu. Mahkemeden çıkarken de "Ama yine de dünya yuvarlaktır ve dönmektedir" diye mırıldanmaya devam etmişti. Bütün bu kaynaklardan, bu arada muhteşem Endülüs ve diğer doğu kültürlerinden etkilenen "batı düşünce sistemi" bir türlü "mütevazı" olamadığı için olsa gerek bu bilgi ve kültürleri uzun yıllar tam olarak harmanlayamamış hep eksik kalmıştır. Bu "kibir"le yoğrulmuş kültür tabir caizse "burnundan kıl aldırmayan" yapısı nedeniyle her yeni bulduğu gerçeğe ve her ortaya attığı teoriye kimsenin karşı çıkmasını istememiş, "doğrulanabilirlik" kadar "yanlışlanabilirlik" üzerinde kafa yormaya asırlarca tenezzül buyurmamıştır. Mesela Lavoisier kimya alanında yaptığı deneyler sonunda, "dünyada hiçbir şey yoktan var olmaz, hiçbir şey de vardan yok olmaz, her şey şekil değiştirir, böyle gelmiş böyle gider" demiş ve bunun doğru olduğu kabul edildiği için kimya bilimi en az üçyüz yıl ayak sürümüştür. Sonra malum bu anlayış Einstein tarafından ortaya konulan "izafiyet teorisi" ile "yanlışlanmıştır." Aynı şekilde Newton'un ortaya koyduğu fizik ekolü de asırlar boyu her bilim dalını etkilemiş, "doğrulanabilir" olanları kabul ederek yoluna devam etmiş. Bu ekolün tesiriyle oluşan "Pozitivist bilim anlayışı" batıda ve batı kültürüyle temasta olan yerlerde adeta bir "din gibi" algılanır olmuştur. "Ben gördüğüme, laboratuvar şartlarında deneyerek bulduğuma, yani gözlemlerime ve deneylerimin sonuçlarına bakarım, bunun dışında doğru yoktur" diye kestirip atan bu düşünce tarzı da tesir ettiği tıp, hukuk, ekonomi, yönetim gibi bilim dallarının hepsinin açılıp serpilmesine bir anlamda mani olmuştur. Sonuç olarak "pozitif bilim anlayışı" diye takdim edilen bu kültür; toplumlarda yeni bir sınıf oluşturmuştur. Bu sınıfın kümelendiği yerler olan "üniversiteler" (burada batıdaki bilim kuruluşlarını kastediyorum, bizim bilimin zirvelerini zorlayan kuruluşları söylemiyorum ve de Osmanlı'nın son zamanlarında iflas eden medrese sistemini de bunun dışında tutuyorum) toplumda çok etkili roller oynamışlardır. Çatışmaya son!.. Ancak 1900'lü yıllarda Karl Popper ve çağdaşı bilim tarihçilerinin ve özellikle quantum fizik anlayışıyla beslenen yeni batı biliminin getirdiği "yanlışlanabilirlik" ana kavramı batıdaki kilise-üniversite çatışmasına ve bu arada ülkeler arası birçok çatışmaya son vermiştir. Bu yeni anlayışla ilgili bitmez tükenmez bir gayretle yazan ve konuşan Ömer Öztürkmen Ağabey'e sonsuz teşekkürler ediyorum. Üniversite rektörlerimize Van vilayetine gitmeden önce Karl Popper'in kitaplarına hiç olmazsa bir göz atmalarını, bu imkanları yoksa, Ömer Öztürkmen Bey'in Alfa Dağıtım tarafından bütün Türkiye'ye yayılan "Karıncalardan Özür Dilerim" isimli kitabını okumalarını tavsiye ederim. Umarım kitabı okuduktan sonra bazı durumlarda "yanlışlanabilirliğin" faydalı olduğunu anlarlar...