Sabuuncuuu!

A -
A +

Babam rahmetli her esnaf ve zenaatkar baba gibi oğlunun hayatın sert rüzgarlarına dayanıklı yetişmesini isterdi. Çünkü o nesil hayata "yonan işgalinde, bizim evlee cayır cayır yanarken kimimiz yonan'a esir düşüp, yollarda ne bulursak kemirip ne bulursak içerek İzmir'e doğru yol alıyo, kimimiz de bozdağların derinliklerinde Yonan'ın ve eşkıyanın ulaşamıyacağı yeelere sığınmaye çalışıyorduk" tarzı hikayelerin, beş altı yaşındaki "tıfılları" idiler. Çok zor şartlarda hayata başladıkları için küçük şeylerden mutlu olurlardı. İşte ben çocuk iken babam beni hayata hazırlamak için, "dükkanda esir hayatı yaşatmak!" yanında bir de ticaret ve girişimciliğe ısındırmak için bir takım yönlendirmeler yapardı. Birgün çağırıp şöyle demişti "Bak salı pazarı günleri senin yaştaki çocuklar pazar yerinde birşeyler alıp satıyorlar. İstersen sana da bir torba sabun alalım, sat para kazan, sermaye benden, kâr senin, ama bana borcunu ödemek şartıyla" dediği zaman utancımdan kulaklarımın zarlarına kadar kızardığını hissetmiştim, çünkü babamın "istersen" demesi "o iş olacaktırın" çok çok kibarcasıydı. O zamanlar kokusuna bir metreden tahammül edilemiyen sarı renkli (hadi markasını söylemiyeyim de o zaman da böyle kötü kokan da olsa sabun üretme başarısını gösteren müteşebbise saygıda kusur olmasın) bir torba sabunu sırtlayıp pazar yerinde yer bulduğum ve bir iki saat boyunca, diğer pazarcılar gibi bağırıp bağırmamaya karar veremediğim, ilk "sabuuun, sabun var, sabuuuun!" haykırışımı kendimin bile duyamadığım ânı şimdi de ürpertiyle hatırlıyorum. Sonrası ticari açıdan felaketle neticelenmişti. Bir miktarını satmıştım, kalan sabunları annemle beraber mahalledeki komşu teyzelere çaktırmadan hediye etmiş ve sermayenin üstüne yatmıştım. Babam rahmetli de "Az gelişmiş ülkeye borcunu hibe eden ABD başkanı" gibi sessizce havasını almıştı. Anlıyacağınız, olmamıştı, olamamıştı, bendenizden bir girişimci olmıyacağı daha o zamandan anlaşılmıştı. Buna rağmen rahmetli babam Ziraat Fakültesini bitirip "Ziraat Yüksek Mühendisi Diplomasını" sevinçten biraz öte hafif gururla kendisine takdim ettiğimde "Bak oğlum, şimdi önündeki yol çatallaştı. Birinci yol şu. Ben ilkokul mezunu biri olarak bu dükkanı şu hale getirdim. Kimseye borcum yoktur. Alacaklarım şu defterlerde yazılıdır. Ödeyemiyenlere hakkım helâl olsun. Sen şimdi yüksek tahsil yapmış, üstelik bu kerestecilik işinin de çocukluğundan beri içinde bulunmuş biri olarak bu işi devralıp daha ilerlere götürebilirsin, ben de elimden geldiğince sana yardımcı olurum. Ama yetkiyi sana tam devrederim, bu konuda endişen olmasın. İkinci yol; bir yerde bir şekilde bu diplomanın sayesinde bir memurluk ayarlarsın, rızkını temin edersin. Zaten Allah rızka kefildir. Onda şüphemiz yok. Ama bu durumda sudaki balık misali, artık o "memuriyet denizinden" çıkamazsın. Karar senin, düşün taşın, kararını ver" demişti. Benim karar malum. Üniversite'den aldığım asistanlık teklifine balıklama atılmıştım. Sonrası şükürler olsun şu yaşıma kadar çeşitli işler, görevler yaptım. Ama kendimi her zaman okkalamışımdır, hiçbir zaman, "cesur bir müteşebbis" olamamışımdır. Yıllarca çok ama çok sayıda "müteşebbis", "girişimci", "iş adamı, kadını" ile tanışma imkânı bulmuş ve hep o insanlara imrenmişimdir. Son yıllarda şirket yönetimi alanında başarıya giden yollardan biri de "şirket içi girişimcilik"in geliştirilmesi ve teşviki konusudur. Uygulanması kadar, tarifi de zor olan bu kavramı ilk duyduğumda, pazar yerinde "sabuuncuuu!" diye doyasıya bağıramayışım aklıma gelmişti. Şirketinizde "bağırmayı cesaretle becerebilenler" varsa, bırakın bağırsınlar, onları teşvik edin, yollarını açın. Çünkü bu tiplerin sayısı öyle çok fazla değil. Ancak onların cesaretle aldıkları kararlara ve gözü kara çalışma tavırlarına tahammül de benim gibi "memur balıklara" zor gelebiliyor. İşbu yazı M. E Öztürk'e ithaf edilmiştir.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.