Bu köşecikte etrafta olan bitene kulaklarımı tıkayarak yıllardır yönetim konusunda bilgi paylaşmaya çalışıyorum. Bu yüzden köşenin bazen sıkıcı olduğunun ben de farkına varıyorum. Bazen başka konulara -ama yine de yönetim penceresinden- bulaştığım oluyor. Ancak her konuda ahkam kesecek bir dağarcığa sahip olmadığımdan, yine on beş yıldır biraz daha yakın olduğum yönetim konusuna dönüyorum. Ama eninde sonunda bütün problemlerin derûnunda yönetim zaafının bulunduğunu da hissediyorum... Ailede, şirkette, mahallede, toplumlarda, millette, miletlerarası ilişkilerde olan bitene çok kısa bir göz atalım isterseniz... Yıllardır süregiden Güneydoğu meselesinin bugüne kadar sorumluluğunu yüklenenlerin meselenin sosyo-psikolojik yönünü kavrayan bir yönetim becerisini gösterdiklerini kim söyleyebilir? Küçücük bir açılım yapayım burada. Mesela bölgedeki sivil-asker görevliler ahıra girdikleri pabuçla evlere dalarlarsa, mensup oldukları mezhep dolayısıyla necasetten son derece sakınan bu insanları nasıl etkilerler? Şimdi 'Kardeşim mezhep, necaset de ne yahu, saçmalama da işimize bakalım!' diyen ve sadece kendi kırmızı çizgilerini önemseyen bir anlayışla nereye varılabildi? Kıbrıs konusunda kararlı bir liderlik sergilenemediği için mesele hâlâ sürüncemede değil midir? Üniversiteye girişte uygulanan sistemin eşyanın tabiatına aykırı olmasına rağmen 'Bir deli bir taş atmış, kırk akıllı çıkaramamış' atasözü fehvasınca hâlâ devam ediyor olması başarılı bir yönetim örneği midir? Somali'de milyonlarca insanın göz göre göre açlıktan ölmesi 'Hümanist(!) olduklarını söyleyenlerin kurdukları Birleşmiş Milletler', adam gibi yönetildiğine kimi inandırabilir? İnsanlığın daha da yumuşaklaşan karnı olmaya namzet olan 'Terör afetinin' gittikçe daha da azgınlaşması, batı dünyasının 'Deve kuşu misali başı yere gömülü yönetim tarzının' tek taraflı ve sadece İslamiyet'i suçlayan kafa yapısının eseri değil midir? Anlayacağınız bendeniz ne yana baksam yönetim zaafı görüyorum. Bu sadece 'sıcakların başıma vurduğu' şeklinde izah edilebilir mi?..