Şirketler ormanının erozyonundan ne haber?

A -
A +

Babamla amcam her aile şirketinde olan olunca yollarını ayırmışlardı. Dört duvarın içinde bir bıçkı bir planya bir kafadan kızma fitilli ateşlemeli Deutz su motorundan müteşekkil makine parkı ve sıfır işletme sermayesi ile işe başlamıştık. Uzun yıllar süren hızarcılık işi ile gıdım gıdım biriktirdiğimiz sermaye ile marangozumsu keresteci bir şirket oluncaya kadar çekilen sıkıntıları çeken bilir. Üstelik ülkenin 50'li yıllarıydı başladığımızda... Sonra rahmetli Adnan Menderes'le yakalanan tatlı kalkınma rüzgarının şişirdiği yelkenlerle ama yine babamın tabiriyle "senede sepete bulaşmadan" sürdürdüğümüz ticari faaliyette 15 yıl sonra bendeniz üniversiteyi bitirdiğimde daha bir keresteci olmuş, dükkanı aranır sorulur hale getirmiştik. Bakınız basit bir keresteci esnafın, minicik bir götürü vergili şahıs şirketinin kurulması nice yıllara, nice tere, gözyaşına maloluyor... Bu macerayı iliklerine kadar yaşamış biri olarak bir şirket kapanmış ya da batmış haberi beni yürekten yaralar. Hele Türkiye gibi kalkınma sürecinin başlarında olan ülkelerde istikrarsızlık sebebiyle krizlere maruz kalıp batan binlerce şirketin hali bana orman yangınları gibi acı gelir. Tamam vahşi kapitalizm bu, "beceren kalır beceremeyen gider" de, bu gidenlerin yerine konması yine kıt kaynakların israf olmasına yol açar. Çünkü hele günümüzde bilginin işin içine daha fazla girmesi sebebiyle batan şirketler dolayısıyla kaynak israfı daha da artmaktadır. İşin aslı siyasi ve iktisadi ortam müsait olduğu halde beceremeyip batan şirketlerin ayıklanmasıdır. Ancak tepeden inme krizlerle bütün şirketlerin sarsılması kabul edilebilir bir durum değildir. Hele hele şirketlerin renklerine göre sınıflandırılması ve devlet eliyle ambargo uygulanarak şirketlerin batırılması gibi inanılmaz uygulamalar kalkınma hamlesini bıçak gibi kesebiliyor. Devlet yönünden şirketlerin sınıflandırmasında en önemli kriter "vergisini verenlerle" "vergisini vermeyenler" olmalı, devlet bunun dışında her şirketin gelişip büyümesi için elinden gelen desteği sağlamalıdır. Son yıllarda krizler dolayısıyla binlerce şirket, onlarca banka battı, devlet bunlara el koydu, sonra bakıyorsunuz, milyar dolarların söz konusu olduğu hesapların kapanması için birkaç milyon dolarlık alışverişlere bel bağlanıyor. Bu şirketler önceden "devlet gibi" denetlenseydi bu durumlar yaşanır mıydı? Ama aksine bundan önce uygulanan popülist politikalarla birçok "koltuk altı" ya da "fotoğraf çerçevesinde" yer alan şirketlerin sıkıntıya düşmeleri ve krize düşmeleri adeta devlet eliyle körüklenmişti. Bunun en güzel deyimi "verdimse ben verdim, n'olmuş" efelenmesinde yatmaktadır. Kolhozların modası geçti!.. Ama şimdi hükümet edenlerin, akılcı yaklaşımlar içinde oldukları, durumları müsait olan sıkıntılı şirketlere kendilerini toparlamaları için zaman ve imkan tanımaya çalışmaları gerçekten takdire şayan bir davranıştır. Çünkü artık şirket sadece kasası, masası, otosu gibi "maddi sermaye" unsurlarıyla değil, bilgi, beceri, tecrübe, ilişkiler, buluşlar, patentler, şirket kültürü, yönetim kabiliyeti, duygusal ve sezgisel zeka kapasitesi gibi ölçülmesi zor ama varlığı her geçen gün daha fazla hissedilen "entelektüel sermaye" ile değerlendirilmektedir. Batan şirketin maddi sermaye unsurlarını satmaya kalkmak, kaza yapmış bir arabanın hurdasını satmaya benziyor. Arabayı toparlayıp çalıştırmak mümkün olursa bu daha ekonomik oluyor. Keşke "Erozyon Dede" ve benzeri "iş dünyamızın duayenleri" şirket erozyonuna da biraz kafa yorsalar. Her yıl binlerce yılın alın teri gözyaşı gökyüzüne savrulup gidiyor, kimsenin haberi yok. Peki işsizliği önlemek için ne yapacağız, Sovyet modeli kolhozların modası geçtiğini göre...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.