Çocukluğumdan itibaren "bağcı muhabbetleri" içinde büyüdüm... "Bu yıl bağları soğuk vurdu". "Bu sene bastım Amerikan tersini (yani yeni çıkan suni gübreyi kastediyor), bağ bir şahlandı, gööme (görme)". Akıdeş bu yıl yedi defa ilaç attım, heç bi faydasını göremedim." "Bu yıl gene üzüm para etmedi. Bizim Tarişçilee Angara'ya gettilee, hatta Süleyman Bee'len de görüştülee ama bir fayda etmedi, bööle giderse, Süleyman Beğ bizden oy alamaz gaari", "Akıdeş (arkadaş) seçimlee yaradı bu yıl, eyi fiyat veedi höküümet, yüzümüz gülee biraz, ben oğlanı şööle satafatlı bir düğün edem diyom bu yaz." "Ben de şööle eyi bi araba alem diyom, benim arabanın modeli eskidi gaari". "Len şu yeni yetme mühendizlee emme de atıp sıkıyolaa, yok verim hesaplamalı ona göre gübre ilaç gullanılmalı imiş, yok dünya üzüm fiyatlarını takip etmeli imiş, sadece bağa bağlanıp galmamalı, accık zahmetli de olsa hayvancılığa kafa yormalı, süt, yumurta üretmeli, bağın boş yelerine yem bitkisi ekmeli, hayvan yetiştirmeli, hayvanın gübresiyle bağı gübremeli, hem kaliteli hem dayanıklı üzüm yetiştirip, ilacı da dikkatli kullanıp Avrupe'ye taze üzüm yollamalıymışız. Gaadeşim needen çıkıyo bu laflaa. Eskiden Demirel verir parayı alırdı üzümü, sattığını sataa, satamadığını siike yapaadı. TARİŞ neye kurulmuş gaadeşim, bu çiftçiye, bağcıya niye sahip çıkmıyolar eskisi gibi, şu Turgut Özal vaa ya, bütün bunlaa onun başının altından çıkıyo, neymiş pazar ekonomisiymiş, destekleme alımı hem devlete hem çiftçiye zaraa veriyormuş..." Anladınız herhalde meseleyi, yıllar boyu çiftçimiz, bağcımız, şekerpancarcımız, tütüncümüz, çaycımız, incircimiz, pamukçumuz, fındıkçımız velhasıl bütün tarım kesimimiz hiçbir maliyet endişesi taşımadan, kâr-zarar hesabı yapmadan, tamamen politik endişelerle kullanılır hale getirilen kooperatif ve birlikler vasıtasıyla uygulanan destekleme alımları denilen ucube sistemle beslenerek tembelliğe, yan gelip yatmaya alıştırıldı... Son cümle ağır geldiyse en azından Tarım Ekonomisi ve işletmeciliği denilen bir bilim dalından haberdar olmadan üretmeye, satmaya, dünya ile rekabet etmeye çalıştı. Ama sonunda devlet bütçesinde öyle karadelikler oluştu ki hâlâ bu yükü sırtımızdan atmış değiliz. "İnsan"ı yeniden keşfetmek! Peki sanayicimiz, ihracatçımız başka türlü mü davrandı? Onlar da; nasıl ki Özal'dan öncekiler tarımı biraz da abartarak destekledilerse, Özal ve Özal'dan sonrakiler de aynı anlayışla sanayicileri desteklediler. Kalın gümrük duvarları uzun yıllar var oldu, Türk Lirası aşırı değersiz hale getirilip ihracat hesapsız desteklendi. Son beş on yıla kadar makul ve mantıklı görünen bu ekonomik politikalar sonucu rahata alışan sanayici kesimi, Türk Lirası olması gereken tedbirlerle değerlendirilip, yıllarca hükümetlerin elinde oyuncak olan faiz oranları özgür bir Merkez Bankası ile dizginlenince, enflasyonist ortamın nimetlerinden mahrum kaldılar. Şimdi artık kaynaklarını en iyi şekilde yönetip, en kaliteliyi en ucuza maletmek, katma değeri yüksek, markalı mal ve hizmetlere kafa yormak zorundadırlar. Bunun için bilgi çağının parlayan yıldızı "insan"ı yeniden keşfetmek, onu sadece "beyniyle" değil "gönlüyle" işin içine katarak başarılı olmanın yollarını aramak durumundadırlar. Bunun en önemli ayağı, yönetimin bir sanat olduğu kadar bir bilim olduğu gerçeğini kabul etmektir. Yoksa gazetelere ilan vererek faiz oranlarını ayarlamaya çalışmak, hiç kimseye uzun vadede fayda sağlamaz.