Testi gibi kafa da içindekini sızdırır! Ya da "Kabzımal Kafası"

A -
A +

Canım her yazıya kısacık "cuk" oturan bir başlık bulmak her zaman mümkün olmuyor işte. Bugünkü başlık o yüzden biraz uzun oldu. Ama şimdi kaleme alacağımız yazıya "cuk oturup oturmadığı" ya da "başlığı kodum mu oturturum" tarzı iddialı bir yazar havası veriyor mu vermiyor mu, hep birlikte göreceğiz... Dünyanın bilinen en eski yazılı tarihi on onki bin yıl evveline uzanıyor. Ondan önce ne olup bittiği meçhul. Ancak insan topluluklarının zaman içinde çeşitli iniş çıkışlarla birtakım evrelerden geçtiği genel olarak da avcılık-toplayıcılık, tarım, sanayi, bilgi toplumu olarak adlandırılan bir doğrultuda hareket ettiği söylenebilir. Ancak tarihi, diğer bir deyişle kronolojik olarak takip edildiğinde bu genel gidiş doğru olmakla beraber bilim, teknoloji ve yönetim açısından aralarda zirve yapan toplumlar da görülmektedir. Ancak bu yorum batıda pek dikkate alınmaz. Mesela onlar Mısır, Yunan, Roma'da olan bitine kafa yorarlar ama, Endülüs'te katarakt ameliyatı yapacak kadar ileri gitmiş tekniğe, Osmanlı'da görenleri ve erbabını hayretlere düşüren bilgi arşivlerine pek temas etmezler. Aynı şekilde yönetim bilimleri açısından şaheserler arasında yer alan doğumun kitaplarını ve yönetim örneklerini es geçerler. Bu alışkanlık "Batıya körü körüne yönelmiş" bütün semi-entellerimiz de mevcuttur. (Seni entel deyimini ben uydurdum, yarı-aydın desem pek entel olmazdı. Siz de mesela pseudo-entel deyin, yalancıktan-entel mânâsına uyar mesela, maksat entellik olsun...) Sultan, hakan, sadrazam, beylerbeyi, paşa ve benzeri kimseleri bizimkiler, astığı astık kestiği kestik kişiler olarak anlatırlar. Aslında aralarında istisnalar olmakla beraber bizim coğrafyamızda yöneticiler bayağı bir süzgeçten geçerek hazır olmak durumundadırlar. Mesela uzmanı değilim ama, Osmanlı padişahları, belli ve önemli meselelerde birtakım kurullarda (Divan gibi) istişare etmek ve de bazı kuruluşlardan (Şeyhülislamlık, ya da fetva veren makamlar gibi) onay almak durumunda idiler. Hatta halkla bire bir temas ettikleri, ayak divanı gibi alenî, tebdil-i kıyafet halk arasına karışmak gibi gizli bilgi alma müesseseleri geliştirmişler, bunlar iyi çalıştığı oranda yönetimde başarılı olmuşlardı. Hiç kimseyi re'sen cezalandırma yetkileri yoktu. Mutlaka adil mahkemelerin kararını beklemek zorunda idiler. Batılılar bu ve benzeri motifleri alarak sanayi devriminden sonra gerçekten yönetim biliminde büyük gelişmeler sağladılar. Son zamanlarda Uzak Doğu kökenli yönetim motiflerini de benimseyerek bu konuda daha da ilerlemeye bu şekilde kaynaklarını en etkili şekilde kullanmaya kafa yoruyorlar. Yönetim konusunda hedef alınan model: "İnsanı gerek fiziksel ve zihinsel gerekse duygusal açıdan bir bütün olarak kavrayan bir yönetim tarzıdır." İnsanca muamele... Bu anlayış sivil asker her teşkilatta benimsenmeye başlanmış ve güzel örnekleri de görülmüştür. Ancak bu insanoğlunun geçirdiği belki de en önemli değişimdir. Yani insanoğlu "kodu mu oturtan" bir anlayıştan, "insana insanca muamele" eden bir anlayışa geçmenin sancılarını çekmektedir. Göreve geldiği zaman, askerî okulda aynı sırayı, birbirlerinin evlerinde aynı çorbayı paylaştığı bir arkadaşına Sayın Hilmi Özkök'ü sormuştum. Arkadaşı "Hilmi demokrat kişilikli ve vizyoner bir çocuktur, Türkiye'nin önünü açar" demişti. O zamanlar bu cümleyi sizlerle paylaşmayı düşünmedim değil ama, o günkü şartlarda gereksiz görmüştüm. Modern yönetim anlayışının bütün inceliklerine ve zarafetine sahip olarak bir askerin varabileceği en kutsal görevi başarıyla ifa eden bir komutanı beğenmeyip, "kodu mu o turtan" birini özlemek (tüm meslek erbabından özür dileyerek yazmak durumundayım) "Kabzımal kafalılık" değil de nedir?

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.