"Titrek tüccar, sonunda kuyruğu titretir"

A -
A +

Bizim dükkanın başlangıcı da, 1923'lerin Türkiye'sine benziyordu. Bir eski püskü "kafadan kızma" motor, (anlayan anlar) bir bıçkı, bir planya, dört duvar, bir babam ve de okuldan fırsat kaldıkça bendeniz... Ne zordur döner sermayesiz iş çevirmek bilen bilir. Buna rağmen babam rahmetli bankacılarla pek görüşmezdi. İzmir'e havale çıkarmaktan başka. Borcuna sadık bir adamdı. Neyse şimdi yine uzun uzadıya dükkan hikayesiyle başınızı ağrıtmayayım. Mümkün olduğu kadar kısa keseyim. Yıllar boyu sadece beden gücüyle hızarcılık yaptıktan sonra, aynı Türkiye gibi ellili yıllarda, dükkan sermaye tutmaya başlamıştı. İşte bu aralar babam daha bir sıkça İzmir'e kereste almaya gider olmuştu. Parası kadar, ama istediği tüccardan istediği malı seçerek alırdı. Kredili, hatta faizsiz, konsinye, yani "satınca gönderirsin Mehmet Usta, aramızda teklif mi var?" yollu manevralara da pek yüz vermezdi. Yıllarca böyle "mal, alırken kazanılır", "alın teriyle biriken sermaye kediye yüklenmez", "müşterinin ve alışverişin büyüğü küçüğü olmaz", "müşteri velinimettir", "müşteri kapının ardında bekler, sen dükkandan çıkınca o girer ve seni bulamaz " ve benzeri herbiri altın harflerle beyinlere ve gönüllere kazınmış "Türk Esnaf Kültürü"nün kaideleriyle yol almaya devam ettik. İşte babamın İzmir'e gittiği günlerde dükkanın patronu ben olurdum. Evdeki halim tavrım ve sokakta yürüyüşüm değişirdi. İktidara yeni gelmiş hükümetler gibi hissederdim kendimi para desteleri ceplerimi şişirdikçe bir hoş olurdum. Ve sırf başarılı bir iş adamı görünmek için kâra değil ciroya yönelirdim. Babamın tavizsiz tutumundan bizar olan müşterilere gerek fiyatta gerekse malları istedikleri gibi seçme konusunda en son verilecek tavizi en başta verirdim. Tedbirli ve kararlı olmak Bir gün böyle bir patronluk macerasından sonra İzmir'den dönen babama hesap veriyordum. (Tabii hesap vermek de vardı.) Oldukça büyücek bir alışverişte önemli bir fiyatlandırma hatası yaptığımı anladık. Belki de dükkanın bir haftalık kârını götürecek cinsten bir hata. Hemen atıldım: "O malları sattığımız amca yabancı değil baba, gider anlatırım eksik olan parayı alır gelirim. Neticede hesap ortada..." Benim biraz da üzüldüğümü anlayan rahmetli "Oğlum" demişti, pek alışkın olmadığım yumuşak ve şefkat dolu bir ses tonuyla "Alışveriş bir defa yapılır ve o defter kapanır. Hatayı yapan biziz, şimdi o müşteriye bu hatayı ödetmeye kalkarsak uygun düşmez. 'Titrek tüccarlık' olmaz. Tüccar tedbirli ve kararlı olmalıdır. Aksi takdirde dükkanımızın adı lekelenir. Bu yüzden bazı hataları, diğer birçok müşteriyi kaybetmemek için sineye çekmek gerekir. Biz de öyle yapacağız. Sen de üzülme. Ama bundan sonra hesabını çok iyi yap ve kontrol etmeyi ihmal etme!.." İşte bu yıllarca önümü aydınlatan bir prensip olmuştur. "Hani" dedim kendi kendime "Bizim dükkancığımızın bu prensibi şu bizim 'özelleştirme' işinde uygulanabilse faydası olur muydu?" İki lafın biri hükümetler müşteriyle el sıkışıp işi bitiriyorlar sonra, birileri "Pardon yanlış olmuş" diyorlar ya...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.