Her köyün, her mahallenin bazen kasabanın bir kabadayısı olur ya; işte mesela bizim çocukluğumuzun Alaşehir'inde de kabadayılar vardı. Ahalinin hepsi bu kabadayıların icraatlarını görmezlerdi, ancak duyarlardı. İçlerinden "deli" lakaplı olanları daha bir nam salarlardı. Ben de "Deli B..." denilen birini hatırlıyorum. Hali tavrı düzgün, okumuş yazmış tavırlı, kimsenin tavuğuna kış demiyen kibar görünüşlü ancak çok ciddi bir adamdı. Kendisiyle konuşmuşluğum olduğunu pek hatırlamıyorum. Belki bir iki yüz yüze gemşisizdir. Kötü bir insan olmadığı ancak bazı gayrimeşru işler yaptığı dillerde dolaşırdı. Herkes gibi bende de korku uyandırırdı. Üzerinden yıllar geçmesine rağmen, şimdi memlekete gitsem ve birileri bana "İşte şu genç, Deli B...'nin oğlu ya da torunudur" deseler, oğul ya da torunun kim olduğu ne yaptığı konusunda tam bir bilgi ve duyguya sahip olmasam onlardan da çekinirim herhalde. Çünkü çocuklukta zihne giren korkuların daha etkili olduğu malum. Psikologlar veya psikoanalistler tedavilerinde bu derindeki korkuları bulup çıkarmaya çok önem verirler bu yüzden... *** Şimdi gelelim yaşlı Avrupa'daki devletlerin durumuna... Avrupa İslamiyetin doğuşundan itibaren batıdan ve doğudan çok çeşitli baskı ve işgallere uğramış. Özellikle Türk soyunun en meşhurlarından olarak tarihte yerini almış Kayı Boylu Osmanlı 1300'lerden 1900'lere kadar dile kolay 600 yıl Avrupa'nın yüreğini titretmiş. Daha 1400-1500'lerde "akıncı"ları Almanya'nın Fransa'nın el atılmadık şehrini bırakmamış. Sonra da sınırları Viyana kapılarına dayanan dünyanın en muhteşem devletini kurmuş. Asırlar boyu Avrupa'da kimin hangi devletin başında hükümdar olacağını tayin; hatta emretmiş. Her ne kadar halka zulmetmemiş, onlara adaletle ve insanca yaklaşmış olsa da halkın ve özellikle siyaset ve ticaret erbabı elitlerin gönüllerine "Türk" denilince az veya çok bir "titreme" vermiş. Hatta o kadar ki, yetmişli yıllarda Avusturya'nın doğu kesimlerinde bir kasabada ikindi vakti çan çalındığını duyunca, normalde öğle ve akşam çalan çanın burada bu vakitte çalınmasının sebebini sormuştum. Aldığım cevap hoşuma gitmişti elimde olmadan: "Buna biz 'Türk Çanı' diyoruz, Türkler Viyana için gelirken ilk defa bu kasabada bu vakitte çan çalınıp haber verilmişti millete..." Uzun ince bir yol... Yine o yıllarda Almanya'da çalıştığım enstitüde verilen bir seminerde bizim "Eski çamlar bardak oldu" deyimini karşılamak için bir konuşmacı "Bismark döneminin bugünden farkı, bugün Türkler biraz daha geriye gittiler" tarzında bir deyim kullanmıştı. Türk olduğumu bilenlerin hepsinin gözü gayri ihtiyari bana dönmüştü. Ben de "Atasözlerinizde bize de yer vermenize memnun oldum" demiştim gizli bir gururla! Bütün bunlardan sonra "Avrupalı", Türkler'in bugünkü neslinin yıllar boyu içerden dışardan gösterilen çabalarla artık "Avrupalı gibi" olduğunu görse de, yüzyıllara dayanan o "ürperti"yi hâlâ yüreğinden atabilmiş değildir. O bakımdan hayırlısıyla müzakere tarihini alırsak, onları bundan sonra sadece ekonomik, teknik ve kültürel alanlarda "savaşacağımıza" inandırmamız gerekecek. Bunun da öyle kısa zamanda olabileceğini sanmamalıyız. Rahmetli Özal bu AB macerasının "uzun ince bir yol" olduğunu söyler dururdu malum. Hadi biraz daha gayret...