Umarım geç kalınmaz!

A -
A +

İnsan beyni gerçekten muhteşem bir organ. Yüz milyar beyin hücresi yüzlerce çıkıntılarının birbiriyle temasından meydana gelen enerji akışlarıyla sentezlenen proteinler vasıtasıyla, düşündürüyor, konuşturuyor, muhakeme ettiriyor, bilgileri önem sırasına göre depoluyor, bir an için unutulmuş gibi görünen bir bilgi yeri geldiğinde hemen otomatik olarak ekrana taşınıveriyor. Şu, AB üyeliği meselesi... Manşet toplantısında Avrupa Birliği'nin bizim için kritik bir dönemeç olan Kopenhag Zirvesi günlerinin arka planının görüntülü kasetlerle ortaya çıkması ilgimi çekti. Bu konuşmalarda Danimarka'nın Dışişleri Bakanı, Almanyalı meslektaşı Fischer'in Türkiye'nin hiçbir zaman AB'ye üye olamıyacağını, bu konuda yardımcı olmalarını istediğini söylüyor. İşte kendisi muhteşem olan benim beynim bundan on yıl önceki bir görüşmeyi "ekrana" taşıdı. O günlerde Türk-Alman ilişkilerine katkıda bulunacağı düşüncesiyle Türkiye'de bir şubesi kurulmak istenen Almanya Merkezli Hür-Türk'ün (Hürriyetçi Türk-Alman Dostluk Derneği) İstanbul şubesini kurmak görevini üstlenmiştim. Bu konuyla ilgili birçok kişi ve kuruluşla temaslar kuruyor, görüşmeler yapıyordum. İşte bu görüşmeler çerçevesinde Türk kamuoyunun son yıllarda daha yakından tanıdığı Conrad Adenauer Vakfı Türkiye Temsilcisi Bay Blohm'la bir akşam yemeğinde birlikte olmuştuk. Türkiye'nin AB üyeliği konusu o günlerde de gündemi epey meşgul ediyordu. Bay Blohm'a sohbet esnasında şöyle sormuştum: "Sizin görüşünüz nedir?" "Bay Blohm, Türkiye'nin AB'ye girip giremiyeceği konusunda sizin görüşünüz nedir? Bu soruyu tamamen samimi olarak cevaplamanızı istiyorum. Çünkü ben de AB üyeliği olsun olmasın Türkiye ile Almanya arasındaki gerek ekonomik gerekse siyasî ilişkilerin mâkul ve mantıklı bir düzeyde devam edeceğine inanıyorum. AB üyeliği bu ilişkileri belki biraz daha güçlendirir inancındayım. Konuşmalarınızdan, uluslararası ilişkilerde yeterli bilgiye sahip olduğunuzu anlıyorum. Türkiye'nin AB üyeliği konusunda neler söyleyeceksiniz?" Aldığım cevap ana hatlarıyla şöyleydi: "Türkiye Avrupa birliğine üye olamaz. Bunun iki sebebi var. Birincisi, büyük nüfusunuz sebebiyle Avrupa Parlamentosu'nun kimyasını bozarsınız endişesidir. İkincisi, AB; üyelik öncesi ve sonrasında Türkiye'ye yine nüfusuyla orantılı olarak çok büyük miktarlarda destek sağlamak zorunda. Bu malî desteğin esas sağlayıcısı Almanya'dır, onun da elinde bu imkân yok ilerde de zor olur. Bu iki husus Türkiye'nin AB üyesi olamıyacağının iki ana sebebidir. Bunun dışında birtakım kültürel, sosyolojik sebebler de gündemde olabilir ama bunlar o kadar önemli değildir..." Kararlı ve tutarlı politika O konuşmadan beri Türkiye-AB ilişkilerini gözlemliyorum. Bir ara ümitlenir gibi olmuştum. Ama bugün manşete çektiğimiz Kopenhag'ın perde arkası on yıl önce duyduklarımı teyit etmekte. O zaman Türkiye bu global fırtınada kendine tutunacak sağlam bir dal bulmalı. Hem de hiç vakit kaybetmeden atı alan Üsküdar'ı geçmeden! Çünkü durumumuz Bush ya da Saddam yanlısı; ya da barış ve savaş yanlısı olmanın ötesinde öneme sahip. Hükümetin daha kararlı ve tek ağızdan ifade edilen tutarlı politikalar takip etmesi gerekiyor. Umarım geç kalınmamıştır.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.