Senelerdir yazıp çiziyorum. Yönetim bir sanattır ama aynı zamanda da bir ilimdir. Bu gerçeği gören Amerikalılar buna "management science" demişler. "Yönetim bilimi". Diğer birçok faaliyet dallarıyla çok sıkı ilişkisi olan içine daldıkça insanı heyecanlandıran iyi uygulandığı zaman harika sonuçlar veren, sonuçların diğer bilim dallarına göre daha gözle görülür olduğu bir bilim dalı ve sanat. Yönetim Biliminin en önemli özelliklerinden biri gerçekçi olması, her problemi gerçek bazda ve bir bütün olarak ele alması. Bu köşeyi takip edenler tahta fıçı örneğini bilirler. Geçenlerde "köşedaş" Muhsin Bey de bu örneği çok güzel yorumlamıştı. Özetle bu "tahtası kırık" olan fıçı ancak o kırık tahtanın seviyesine kadar dolar. Diğer tahtaların tamam olması hiçbir şey ifade etmez. Onbeş yıldır İstanbul'da iş dünyasıyla iç içe yaşadım. Dört yıla yakın televizyon programları sundum yönettim ve iş hayatının diğer boyutlarıyla ilgili birçok firmayı yakından tanıdım sahipleriyle şahsen tanışıp fikir alışverişinde bulundum. Bazı firmaları ise uzaktan ama bayağı yakın takiple gözlemledim. Türkiye; bütün az gelişmiş ülkeler (hadi gelişmekte olan ülke diyelim de moral bozmuş olmayalım) gibi ekonomik açıdan bâkir ve gümrah bir orman gibiydi onbeş yirmi yıl öncesinde. Birazcık teşebbüs gücü olan, ister öz ister kredi kaynaklarından biraz sermaye temin edebilenler "Ne yaparsam satarım, ben dalgama bakarım. İnsanlar mala hizmete aç. Üret üretebildiğin kadar. Kalite malite kafa yorma. Topla parsayı, dön köşeyi. İşçiyi fazla tutma, her sene yenile, yenile ki, kıdem, tazminat derdin olmaz. İnsan kaynağı imiş, entelektüel sermaye imiş, geç bunları..." dediler. Dediklerini acımasızca uyguladılar. Dünyanın şeffaflaştığını, milletin uyandığını eski çamların bardak olduğunu anlamadılar, bunu anlatan yönetim danışmanı ve eğitimcilere böcek gözüyle baktılar. Sonra da en kibar deyimiyle söylüyorum. Çekip gittiler. Böyle yüzlerce örneği yüreğim parçalanarak gözlemledim. Yüreğim parçalandı, çünkü onların har vurup harman savurdukları emek, sermaye, diğer bütün kaynaklar milli servetimizdi. Hani yandığı zaman ciğerimizi yakan ormanlarımız gibi...