Daha bilgi çağının ayak sesleri yeni duyulmaya başladığı yıllardı. Mesela Ege Üniversitesine IBM 130 marka ilk bilgisayar gelmişti. Hemen görmek istemiştik de randevu almamız gerektiğini söylemişlerdi. Randevuyu koparınca büyük bir heyecanla koşmuştuk; o zamanlar 'computer' ya da 'elektronik beyin' denilen, on kişinin aylarca uğraşıp yapamayacağı hesapları şıppadak yaptığı söylenen accayip aleti görmeye. Odalar dolusu yer kaplayan kart delme bölümünden tekstil makinelerinin yoğun gürültüsü geliyordu. Elle delinerek Fortran 4 diliyle yazılıp hazırlanan program kartlarının arkasına yerleştirilen data kartlarının makine tarafından acayip seslerle yutulması ve uzun bir düşünme(!) sürecinden sonra sonuçların matbaa baskısı yapan makinelerin cıstak sesleri eşliğinde uzuuun kağıt şeritlerine basılması görülmeye değerdi. Gerçekten biz 'kuş asistanların' beş on tanesinin beş on günde yapamayacağı varyans analizini beş on dakikada yapan bu alete hayran olmuştuk... İşte o günlerde gerçek mânâda kırk yıllık dostum olan Muhsin Abay o zamanlar yeni yeni gündeme gelen 'planlama metodolojileri'yle ilgili ihtisas yapmak üzere Fransa'ya gidiyordu. Ancak o günlerde makro mikro ekonomi, ekonometri ve benzeri gibi hocaların havalarına hava katan dersler yanında pek de önemsenmeyen bir ders olan 'İşletme Yönetimi' dersini devredecek kimse bulamamıştı da, dostluğumuz hatırına ben kabul etmiştim o dersi iki yıllığına vermeyi. Korumacı politikalar, ithal ikameleri ve benzeri gibi halka hissettirmeden uygulanan 'çaktırmadan hortumlama' politikalarının yerine göre yüzde üçyüz, beşyüz, hatta bazen daha büyük kâr marjlarıyla şımarttığı şirketlerde; 'kamu'sunda 'özel'inde yönetimde etkinlik diye bir problem yoktu. Dünyanın en zor mesleğini icra ettiklerine yürekten inandığım gerçek 'hekimler'in hoşgörülerine sığınarak 'Doktorların ayıbını toprak örter' darbımeseline paralel olarak o zamanların yöneticilerinin ayıplarını da 'aşırı yüksek kâr marjları' örtüyordu. O yüzden de işte kimse 'Yönetim ve Organizasyon Dersi'ni ve hocalarını ve de bilgisini 'iplemiyordu'... Yok olmamak için!.. Ama şimdi internetteki arama motorlarında milyarlarca site, saniyenin altında sürelerle taranarak aradığınız konuya ulaşıyorsunuz. Ayrıca kâr marjları enflasyona ayak uyduracak gibi görünüyor. Bir de Çin'de Maçin'de olan biteni düşünürsek kaynaklarımızı daha verimli kullanarak daha ucuza daha kaliteli mal ve hizmetlere kafa yormamız gerektiği meydanda. Bunu nasıl mı yapacağız? Vaktimiz varsa yetmişli yıllarda üç beşi geçmediği halde şimdi raflardan taşan 'Yönetim ve Organizasyon'la ilgili kitaplardan uygun olanları seçip okuyacağız ve öğrendiklerimizi uygulayacağız. Vaktimiz yoksa bunları komprime tarzda sunan seminerlere katılacağız ve yönetim danışmanlarıyla çözüm ortaklıkları kuracağız. Bunu da yapamam dersek o zaman yok olup gideceğiz. Zaten şirketlerin yüzde doksanından fazlası ilk nesilden sonra arz-ı veda ediyor iş hayatına. Yerleri boş kalmıyor ama milli servet olduğunu bir türlü idrak edemediğimiz, son yıllarda İsveç'te muhasebe kayıtlarında rakam olarak resmen yer alan 'Entelektüel Sermayemiz' heba olup gidiyor...