İlerde olması muhtemel olanları bugünden kestirip ona göre tedbir almak iş hayatında da önemlidir. Bütün mesele ilerde neler olabileceğini az hata ile tahmin edebilmektir. Bundan iki üç yıl önce ülkemiz karmakarışık ve de karanlık krizlerle boğuşurken, altı ay sonrasını görebildiğini iddia edenlere şüpheyle bakıyorduk. Yarın ne olacak endişesi ortalığı kasıp kavuruyordu. İki yıldır toplumun hemen bütün kesimlerince tasvip gören bir uzlaşma sayesinde önümüze en az on yıllık bir vizyon koyduk. 'Avrupalı olmak' diye özetleyebileceğimiz bu vizyon biraz önümüzü görmemizi sağlamış görünüyor. Şimdi iş hayatının en önemli konusu avrupalı devlerle rekabet etmektir. Evet bu vizyonu bundan onbeş yirmi yıl önceden yakalayan beş on şirket vardı. Ama onlar yıllar süren korumacı ekonomi politikalarının arkasına sığınıp, tahsisler, teşvikler ve de yabancı ortakların getirdiği sermaye ve yönetim kültürlerinden faydalanma imkanları sayesinde büyüyüp geliştiler. Kötü mü ettiler? Hayır. Ama topyekun kalkınma için yeterli ivmeyi kazanamadık. Rahmetli Turgut Özal'dan sonra sanayileşme belli kesimlerin tekelinden kurtuldu ve Anadolu insanı üretici gücünün farkına vardı ve KOBİ'ler dediğimiz küçük ve orta boy şirketler son yirmi yılda muhteşem bir gelişme gösterdiler. Şimdi onların çoğu delikanlılık çağını yaşamakta kaslarının pazularının ne kadar geliştiğini seyrederek bir hoş olmaktadırlar. Ancak bütün bankalarımızın hepsini bir araya toplasak orta boy bir Avrupa bankası kadar yapmadığı gerçeğinden hareket edersek şirketlerimizin Avrupa meydanında 'var mı bana yan bakan?' raconunu kesmeleri pek mümkün görünmüyor. Çünkü şirketlerimiz küçük ve de hızlı büyümenin getirdiği bir yan tesir olarak etkin yönetilemiyorlar. Yıllar süren enflasyonist ekonomi politikalarının neden olduğu sun'i ve şişirilmiş kâr marjlarıyla verimlilik ve kalite konusuna pek fazla zaman ve imkan ayıramadılar. Yönetim kültürü... Şimdi şirketlerimizin önünde boyutlarını büyütmek ve işlerini daha etkili yönetebilmek için çok önemli fırsatlar sunacak bir dönem var. Avrupa Birliği ile müzakerelerin başlamasıyla birlikte Türkiye'ye akın edecek olan Avrupalı şirketlerle iyi şartlarda, kendilerini ezdirmeden başarılı ortaklıklar kurmak yakın geleceğin en önemli konusu olacağa benziyor. Ancak nasıl ki AB Türkiye'den demokratikleşme yolunda Kopenhag kriterlerini gerçekleştirmesini istemişse, Avrupalı şirketler de bunu ortaklık yapmak istedikleri Türk şirketler için ön şart olarak koşacaklardır. Yanisi; Avrupa'ya açılmak isteyen şirketler Avrupa iş dünyasının yönetim kültürünü kendi yönetim kültürleriyle uyumlulaştırmak zorundadırlar. 'Ben sizin babanızım ben ne dersem o olur', 'Hele bir başlayalım,Yörük göçü gide gide düzelir', 'Faaliyet dışı kârlarımızı iyi kollayalım arkadaşlar, bu arada biraz da üretime kafa yorarız', 'Ne demek kurumsallaşma, profesyonelleşme, şirket içi eğitim, yönetim danışmanlığı, bu şirketi bugünlere havalı genel müdürler, cakalı menajer koçları mı getirdi, herkes işine baksın' ve benzeri düşünce tarzlarıyla Avrupa denizine açılmaya kalkanlar boğulur giderler. Böyleleri çok olur ama şirketlerin yakışıklı taşlarla inşa edilmiş mezarları ve mezarlıkları olmadığından pek iz bırakamazlar arkalarında.