Yüksek perdeden atıp tutmak

A -
A +

İnsan beyni gerçek bir muamma olmayı sürdürüyor. Salkım saçak, dallı budaklı yüz milyar nöron hücresi bilmem kaç trilyon çıkıntılarıyla, beyin sıvısı içinde birbirleriyle temas kurarak protein sentezleri yapıyor. İşte bu kimyasal olaylar zinciri neticesinde oluşan yeni proteinlerle düşünüyoruz, konuşuyoruz, gülüyoruz, ağlıyoruz, hatırlıyoruz, unutuyoruz(muş). Belli ölçüde ispatlanmış bir teori olsa gerek. Ancak bilinen o ki, beynimizin katrilyon kere katrilyon sentez yapma kapasitesinin ancak yüzde bir ya da en fazla ikisini kullanabiliyoruz. Yani beynimiz hiçbir algıyı ve bilgiyi çöpe atmıyor. Biriktiriyor. Hem de, çok işe yarar bir şekilde. En lüzumlu bilgileri hemen emre amade tutarken ehemmiyetine göre bütün bilgileri depoluyor. İhtiyaç duyduğumuz anda derinlerden bir yerlerden o bilgiyi çıkarıp bize sunuyor. Şimdi bu muhteşem organın eğitim sistemimizde nasıl kullanıldığına bakalım... Çocuklarımızı ilkokuldan hatta ana okullarından itibaren test sınavına hazırlama mantığıyla yetiştiriyoruz. Yani insan beyninin en önemli özelliği olan "muhakeme" yeteneğini adeta dumura uğratmak için elimizden geleni yapıyoruz. Lisede, üniversite sınavlarında ve üniversite eğitimi boyunca aynı metodla şartlandırılan insan kaynağımız, meslek hayatına atıldığı zaman çok büyük bir bocalama geçiriyor. Çeşitli vesilelerle beraber olduğumuz iş çevrelerinde, yöneticiler önlerine çıkan problemlerin şıklarını söylemesini bekleyen, üniversite mezunlarından yakınıyorlar. Buna bir de son yılların iki tarafı keskin kılıcı "bilgisayar" ve "internet"i ilave ederseniz, gelecek nesillerin daha bir muhakeme yeteneğinden mahrum kalacaklarını iddia etmek, pek yadırganamaz bir durum olacaktır. Zaten yenilikçilik ve buluşçuluk açısından dünyanın en geri ülkelerinden biriyiz. Eğitim sisteminde lafta değil esasta, "köklü değişimleri" gerçekleştiremezsek, geleceğe umutla bakmamız mümkün görünmüyor. İnsanın tüylerini ürperten bu gerçekler ortada dururken, üniversite camiasının önde gelenlerinin uğraştıkları konulara baktığımız zaman ümitlerimiz daha bir kırılıyor. "Süre" mi, "süreç" mi? Eğitimin sadece bir "süre" meselesi olduğu anlayışından, bu işin bir "süreç" olduğu kavrayışına geçemezsek, millet olarak bilgi çağının "hamal ülkeleri" sınıfında asırlar geçirmeye hazır olmalı ve bu durumdan yakınmaya hakkımız olmadığını bilmeliyiz. Bütün dünyanın "öğretim"den "öğrenme"ye adım attığı bugünlerde hep birlikte silkinip, bu muazzam problem yumağına el atmalıyız. Bu arada, benim gibi "ele geçirdiği" gazete köşesinden, "yüksek perdeden atıp tutanları" bile anlayışla karşılamalı, problemlerimizi birbirimize hoşgörüyle yaklaşarak çözmek için istekli olmalıyız.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.